Türkiye’de bazı çevreler, geçmiş yıllarda, hem 27 Mayıs darbesine zerre kadar toz kondurmuyorlar, hem de merhum Adnan Menderes ve arkadaşları hakkında verilen idam kararlarını mutlak olarak gerekli görüyorlardı. Şimdilerde, bazı çevrelerin, “idamlar hata oldu, ama darbe kaçınılmazdı” şeklinde söylemleri dillendirdikleri ya da 27 Mayıs’ın tartışılmaması için özel çaba sarf ettikleri görülmektedir. Bu vesileyle, hala belli aydın görünümlü çevrelerin, 27 Mayıs’ı aklamaya devem ettikleri görülmektedir.
Askeri bürokrasinin siyasete ve sivil yönetime müdahalesi bağlamında Türkiye’nin tarihi kısmen Latin Amerika ülkelerine benzetilebilir ise de, esasen askeri bürokrasinin siyasete ve sivil yönetime müdahale tarihinin çok daha eskilere uzandığı söylenebilir.
Osmanlı döneminde de çoğu kereler askerlerin yönetimde etkili oldukları, bazı kereler bu etkilemelerin padişahların değiştirilmesi düzeyine ulaştığı görülmüştür. Özellikle İttihat Terakki döneminde askerî bürokrasi siyasî iktidarın “yapısal unsuru” haline gelmiştir.
27 Mayıs Öncesinde Siyasete ve Sivil Yönetime Yönelik Askeri Müdahaleler
27 Mayıs askeri darbesinin iyi anlaşılabilmesi için, darbe öncesi askeri bürokrasinin yönetim içerisindeki fiili ve yapısal pozisyonu hakkında bilgi vermek istiyorum.
İttihat ve terakki geleneğinin bir devamı mahiyetinde olarak, tek parti döneminde de askeri bürokrasi sivil yönetim içerisinde hatırı sayılır düzeyde etkili idi.
1927 yılına kadar, bazı üst düzey komutanlar, hem hükümette, hem de Mecliste yer almakta idi. İsmet İnönü Başbakanlık görevini yürütürken aynı zamanda muvazzaf bir generaldi. İnönü, Cumhuriyetin ilanından üç yıl sonra 30.08.1926’da birinci ferikliğe (Orgeneralliğe) terfi ettirildi. CHP Genel Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı görevlerini yürüten Mustafa Kemal, muvazzaf Mareşal idi. Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Kâzım Özalp, 1927 yılında askeri görevlerinden emekli oldular.
Milli Mücadele yıllarında 3 Sayılı Kanuna göre, Milli Savunma ve Genelkurmay Bakanlıkları, kabine içerisinde diğer bakanlıklarla birlikte eşit statüde iki bakanlık idi. Bu durum, 03.05.1920’den, 06.03.1924 tarihine kadar devam etti. Bu dönemde görev yapan altı kabinede Genelkurmay Başkanı bakan olarak görev yaptı.
22 yıl Genelkurmay Başkanlığı görevini yürüten Mareşal Fevzi Çakmak, 06.03.1924 tarihinden sonra da, resmî olarak kabine üyesi olmadığı halde, kabine toplantılarına düzenli aralıklarla katıldı. Bakanlar Kurulunda Fevzi Çakmak’a rağmen hiçbir karar alınamadı.
TSK’nin sistem içerisindeki konumunu ve rolünü belirleyen “TSK’nin görevi, Anayasada belirtilen Türkiye Cumhuriyetini ve Türk ana yurdunu korumak ve kollamaktır” hüküm 1935 yılında TSK İç Hizmet Kanununun 34. maddesinde düzenlendi. Bu hükme, 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine hukukî meşruiyet sağlayıcı yönde bir işlev yüklenmiştir.
Tek parti dönemi Türkiye’sinde askeri bürokrasinin siyasetin tamamen dışında kaldığı söylenemez. Adeta Cumhuriyet rejimi ile TSK’nin bütünleşmesi olgusunun ortaya çıktığı söylenebilir. 27 yıllık CHP iktidarı döneminde askeri bürokrasinin siyasete ve sivil yönetime yönelik değişen ölçülerde etkileri olmuş ise de, bu etkileşim iki muhalif kesim arasında değil, birbiri ile uyumlu olan CHP yönetimi ile TSK arasında olduğu için krizlere sebep olmamıştır.
14 Mayıs 1950 seçimlerini müteakiben iktidarın Demokrat Parti’ye (DP) devredilerek demokrasiye geçilmesi ile birlikte sivil yönetim ile CHP zihniyetli askerî bürokrasi arasında ilk ayrışma yaşandı. DP yönetimi, 8-9 Haziran 1950 gecesi gerçekleştirilmesi planlanan bir darbe teşebbüsünün mevcut olduğu yönünde kuvvetli duyumların olduğunu belirterek, 06.06.1950 günü, silahlı kuvvetlerin üst komite kademesinde görev yapan 15 General ve 150 albayın görevine son verdi. Fakat TSK sadece bunlardan ibaret değildi. 27 yıllık tek parti yönetimi döneminde TSK ile CHP arasında büyük bir kaynaşma söz konusu olduğu için, TSK’nde CHP yanlısı çok sayıda komutan hala görevini sürdürmekte idi.
TSK’deki fikir ve ideolojik olarak CHP ile bütünleşik vaziyette olan bazı bürokratlarla DP arasındaki ayrışma neticesinde, başta ezanın Arapça aslına çevrilmesi olmak üzere bu dönemde yapılan bazı icraatlara karşı duyulan tepkilerin de bir neticesi olarak, 1950’li yılların ortalarından itibaren ordu içinde gizli cuntacı yapılanmalar meydana geldi. Bu vesileyle 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin hazırlıkları 1950’lerin ortalarından itibaren başladı.
Askerî Darbelerin Anası 27 Mayıs Askerî Darbesi
27 Mayıs öncesinde siyasete ve sivil yönetime yönelik doğrudan ya da dolaylı olarak yapılan hiçbir müdahale, 27 Mayıs darbesi kadar kalıcı yapısal özelliklere sahip olmamıştır. 27 Mayısla, hem demokratik yolla iktidara gelen bir yönetime son verildi, hem de müteakip yıllarda yaşanacak askeri müdahalelerin fikrî, anayasal ve kurumsal alt yapıları oluşturuldu.
27 Mayıs askeri darbesinin, “darbelerin anası” olarak nitelenmesini haklı kılan bazı noktalar şu şekilde özetlenebilir.
1- Bu darbe ile ilk kez, hür ve serbest seçimlerle iktidara gelen bir demokratik sivil yönetime, vesayetçi askeri bürokrasi tarafından kaba saba bir yöntemle son verilmiştir.
2- Demokrasiyi inkıtaa uğratacak en önemli husus, demokratik yollardan iktidar değişikliği yolunun kapatılmış olmasıdır. Bunun için de serbest seçim imkânının ortadan kaldırılmış olması gerekir. Her ne kadar, 27 Mayıs askerî darbesi, DP’nin sert uygulamaları ve seçimlerin yapılamayacağı gibi bahanelere dayandırılmış, bu sebeplerle de darbenin kaçınılmaz olduğu belirtilmiş ise de, seçimlerin yapılmayacağını gösteren hiçbir belirti mevcut değildi. Bilakis DP’li yöneticiler 1959 yılında, normal seçimlerin yapılma zamanı beklenmeksizin, seçimlerin 1960 yılı içerisinde yapılacağını kamuoyuna duyurmuştu. CHP Genel Başkanı İnönü de, sürekli teşkilatlarına erken seçim uyarıları yapmaktaydı. 27 Mayıs darbesi, yakın zamanda yapılması beklenen seçimlere rağmen yapılmıştır. Bu itibarla bu darbenin doğrudan muhatabı bizzat demokrasinin kendisidir.
3- 14 Mayıs seçimlerini müteakiben siyasi iktidarın DP tarafından devralınmasından sonra yapılan iki seçimi de DP’nin kazanmış olmasının ve 1960 yılında yapılacağı açıklanan seçimlerde de CHP’nin kazanamayacağı yönünde kesin bir kanaatin belirmiş olmasının da bu darbede etkili olduğu söylenebilir. Bu darbe, demokratik bir iktidarın, demokratik yollarla el değiştirmesi yerine, CHP+TSK ittifakı neticesinde anti-demokratik yollarla el değiştirmesi yönündeki bir uygulamanın miladını teşkil etmiştir. Her ne kadar, darbe ile TSK yönetime el koymuş ise de, darbe sonrasında yapılan seçimler neticesinde hükümetin TSK’den gelen yoğun baskıları neticesinde İnönü’ye kurdurulması, bunun en bariz misalini teşkil etmektedir.
4- İttihat ve Terakki dönemindeki asker-siyasî unsur ittifakının bir diğer bariz örneği 1957 sonrası dönemde CHP’li yöneticilerle bazı ihtilalci subaylar arasında gerçekleştirildi. Bu ittifak neticesinde 27 Mayıs askeri darbesi yaşandı. Bu ittifak, bazı üniversite ulemasınca(!) da tahkim edildi. 27 Mayıs darbesinde, çoğunluğun iradesi şeklinde tezahür eden millî iradeye güvenmeyen elitist sivil-askerî bürokrasinin, iktidar mücadelesinde öne çıktığı görülmektedir.
5- Bu darbeyle birlikte Türkiye’de demokrasi dışı yönelimlerin meşruiyeti yönünde marazî bir zihniyet ortaya çıkmıştır. 27 Mayıs darbesinde ortaya çıkan bu zihniyet, sadece askerî kesime özgü olarak kalmadı. Türkiye’de, hem bazı akademik ve askerî çevrelerde, hem de CHP ve mihverindeki tabanda, askerî darbeleri meşrulaştırıcı yönde düşüncelerin kökleşmesi neticesi ortaya çıktı. Özellikle 27 Mayıs darbesini savunan kesimler, demokrasi ve insan hakları konusunda şiirimsi bir şekilde sözler söylerlerken, iş 27 Mayısa gelince anında demokrasi dışı düşüncelere yönelik eğilim sergilemekte; bu hareketi meşrulaştırmak için bin dereden su getirircesine gerekçeler ileri sürmektedirler.
Bu kesime göre, TSK, laik Cumhuriyetin mutlak koruyucu muhafızıdır. Bu misyonu ile darbenin yapılması için şartlar tahakkuk ettiğinde askerî darbenin yapılması bir HAK’tır. Hala, bu fikirleri savunan gazetecileri, akademisyenleri, partilileri görebilmek mümkündür.
Kısaca bu şekilde “benim darbem seninkinden daha iyidir” şeklinde demokrasi özürlü bir zihniyet hortlamıştır. Demokrasi dışına çıkmanın, hem de demokrasi ve hürriyet adına savunulmasının söz konusu olduğu bir başka demokratik memleket yer kürede mevcut değildir. İleri demokrasilerde hayali bile mümkün olmayan bu düşüncelerin toplumda kök salmasının gerisinde 27 Mayıs askeri rejimi yer almaktadır.
6- 27 Mayıs darbesi, sonraki yıllarda yapılan askeri müdahalelerin önünü de araladı. Talat Aydemir tarafından 1962 ve 1963 yıllarında gerçekleştirilen iki askerî darbe teşebbüsü, 27 Mayısın daha sıcaklığı geçmediği bir dönemde meydana geldi.
12 Mart 1971 askeri muhtırası, 12 Eylül 1980 askeri darbesi, 28 Şubat 1997 post-modern darbesi, 27 Nisan 2007 E-Muhtırası gibi askeri müdahalelerin temelinde de, 27 Mayıs darbesinin temsil ettiği zihniyet yer almaktadır. Kamuoyunca adı şanı duyulmayan çeşitli askeri müdahale teşebbüsleri ile cuntalaşma hareketleri de, 27 Mayısın açtığı yolun ve verdiği cesaretin bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. 15 Temmuz hain Fetö’cü subaylar tarafından gerçekleştirilen kalkışma, 27 Mayıs’ın yolunda icraya konulmaya çalışılan ve şimdiye kadarkiler içerisinde en kanlı olanıdır. Bu sebepledir ki, 27 Mayıs darbesi, demokrasi dışı geleneklerin başlangıç halkasını teşkil etmektedir.
7- 27 Mayıs askeri darbesi ve sonrasında Yüksek Cinayet (Adalet) Divanı tarafından verilen idam kararlarının, tüm millete gösterilerek infaz edilmesi, siyasilerde, askerî bürokrasiye karşı ağır bir travma ve yılgınlık ortaya çıkarmıştır. Bu etkileşim bağlamında siyasilerde meydana gelen yılgınlık o düzeydedir ki, çoğu kereler askeri iradeyi geriletmeyi amaçlayan değişiklikler gündeme geldiğinde, sürekli çekingen kalınmıştır. Hatta 1961 Anayasası döneminde yapılan bütün Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, siyasi partiler, sivil kanattan birisinin aday gösterilmesine bile cesaret edememişlerdir. Bu fiili durum, askerî vesayetin sivil irade üzerinde meydana getirdiği en ölümcül etkilemedir.
8- 27 Mayıs darbesi ile demokratik sistem, cumhuriyetin karşısına konuşlandırılarak, cumhuriyet (devlet) halktan soyutlanmıştır. Bu bağlamda, cumhuriyetin, demokrasi haricine çıkma pahasına korunması görevi, TSK’ne ihale edilmiştir. Laik cumhuriyetin koruyuculuğu görevi kendisine ihale edilen TSK, DP iktidarı zamanında yapılan bazı politikaları, kendisi için belirlenen temel görevle çelişik görerek, 27 Mayısı askeri darbesini yapmıştır. Bu sayede, askeri vesayetçi cumhuriyetçi düşünce, demokratik cumhuriyetin yerine ikame edilmiştir.
9- 27 Mayıs darbesinin ilk 7 ayı içerisinde, daha Anayasa yapılmazdan önce, 27 Mayıs darbesine karşı oldukları düşünülen bürokratlara yönelik kapsamlı tasfiyeler yapıldı. Yargıtay üyelerinin dörtte biri, Danıştay üyelerinin yarısından fazlası, ilk derece mahkeme hâkim ve savcılarının altıda biri re’sen emekli edildi. Emekli edilenlerin yerine Millî Birlik Komitesinin muvafık gördüğü darbe sevici kişiler atandı. Merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı Yüksek Cinayet Divanında görev yapan yargı mensuplarının nerede ise tamamı yüksek yargıda terfi ettirilerek ödüllendirildi. Bu Divanda görev yapan hâkim ve savcılar arasından, 3 AYM Başkanı, 2 Yüksek Hâkimler Kurulu Başkanı, 2 Yargıtay Başkanı, YSK Başkanı, Danıştay Başkanı ve Başsavcı çıktı. Cinayet Divanı Başkanı Salim Başol, AYM üyeliğine atandı. Bu dönemde, 400 polis emekli edildi, 147 Öğretim üyesi görevden alındı. 235 General ve amiral, 344 kurmay subay ile 3672 sınıf subayı emekli edildi. Bu tasfiye ile 27 Mayıs darbesine karşı olanların kamu bürokrasisinden ayıklanması amaçlanmıştır. Kısaca, kamu bürokrasisinde, demokrasiyi savunanların yerine askerî vesayetçiler doldurulmuştur.
10- 1961 Anayasasının kabulünden 3 ay sonra 15.09.1961 tarihinde, Yüksek Cinayet Divanı tarafından yargılanan 400 kişiden 15’i idama, 30’u müebbet hapse, yüzlerce kişi de değişik süreli hürriyeti bağlayıcı cezalara çarptırıldı. Daha sonra idam edileceklerin sayısı 3’e indirildi ve bunlar infaz edildi. Üzerinden 59 yıl geçmiş olmasına rağmen halkın büyük ekseriyeti hala bu yargılama ve cezaların âdil olmadığına inanmaktadır.
11- Demokrasilerde asıl olan, iç güvenliğin sivil ve siyasî irade tarafından sağlanması; bundan siyasî iktidarın sorumlu olması, askerî kesimin sadece dış güvenliğin sağlanması ile yükümlü olmasıdır. Bunun aksi bir durum, demokratik cumhuriyetin sürdürülmesine ilişkin demokrasi geleneğinin yok edilmesidir. Türkiye’deki iç güvenlik ve cumhuriyetin korunması görevinin TSK’ne ihale edilmesi şeklindeki anti-demokratik düşünceye hiçbir ileri demokraside rastlanmaz. Bu düşüncenin kuluçkadan çıkarak fiiliyata geçirilmesinin pratik temelini 27 Mayıs oluşturmaktadır.
12- Önce darbe seviciler bürokrasinin her tarafına yerleştirildi. Daha sonra, Anayasaya konulan hükümlerle Cumhurbaşkanına, Cumhuriyet Senatosuna 15 üyeyi belirleme yetkisi verildi. Bu hükümle, askerî bürokrasinin, önce Cumhurbaşkanı tarafından atama yoluyla C. Senatosuna atanmasının, daha sonra da Meclis tarafından Cumhurbaşkanı seçilmesinin önü aralanmış olmaktadır. Nitekim Org. Cevdet Sunay ile Oramiral Fahri Korutürk, bu usulle Cumhurbaşkanı seçildiler. Daha sonra, müşterek kararnameler yoluyla asker kökenli Cumhurbaşkanlarının istemediği kişilerin bürokrasiye atanmaları yolu kapatıldı. Ayrıca, asker kökenli Cumhurbaşkanlarının, Milli Güvenlik Kurulu yoluyla da, Kuruldaki askeri bürokrasi ile dayanışma içerisinde diledikleri politikaların belirlenmesinde etkili olması sağlandı.
Son bir konuya daha temas etmek isterim. 27 Mayıs askeri cunta yönetimi lideri Cemal Gürsel’in adı hala Ankara’da popüler bir caddede yaşatılmaktadır. Cebecide Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesinin önünden geçen Cemal Gürsel caddesinin adının değiştirilerek Adnan Menderes Caddesi haline getirilmesini öneriyorum.
Bütün bunlara rağmen hala 27 Mayısı savunmanın, demokrasi adına marazî bir hal olduğunu düşünüyorum. Türk toplumunda bu gerçeklik yaygın ve etkin bir şekilde kabul edilmediği takdirde, ülkemizde demokrasinin sürdürülebilir hale gelmesi için daha çok fırın ekmek yenmesi gerekmektedir. Umarım bu süreç çok uzun sürmez.