Türkiye’de de, diğer devletlerde de, gün geçtikçe hem genel manada şiddet, hem de kadına yönelik şiddet fiillerinde katlanarak artışlar meydana gelmektedir. Ülkemizde hemen her gün televizyonlarda en az bir ya da birkaç tane şiddet haberine yer verilmektedir. Şiddet eylemleri haberlerinin çoğunluğunu kadına yönelik şiddet haberleri teşkil etmektedir.
Şiddet haberleri arttıkça, toplumda şiddet eylemlerine karşı yoğun tepkiler ve infialler meydana gelmektedir. Toplumun genelinde, şiddet eylemlerinin ne pahasına olursa olsun önlenmesi yönünde talepler ve beklentiler belirmektedir.
Toplumdan gelen bu tepkiler ve talepler, benzer reflekslerin devlette de oluşmasına sebep olmaktadır. Bu haberler, o kadar yoğun ve infiale sebep olacak düzeyde verilmektedir ki, ne toplumun geneli, ne de devlet, bu olayların temel sebepleri üzerinde pek kafa yormamaktadır. Kafa yoranların da etkinliği oldukça zayıf kalmaktadır. Bu, ayrı bir makale konusudur. hayatî derecede önemli olan bu konuyu esas alan makaleyi de ileride yazacağım.
Devlet, özellikle kadına yönelik şiddetin önlenmesini amaçlayan en ağır yaptırımları ve önlemleri öngören kanunî düzenlemeleri yapmaktadır. Nitekim İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” bu amaca yönelik olarak çıkarılmıştır. Ayrıca TCK ve diğer kanunlarda da benzer hükümlere mevcuttur. Adliye ve emniyet birimleri, talebe bağlı olarak 6284 Sayılı kanun ile benzer hükümleri içeren diğer kanunların uygulanmasından kesinlikle imtina etmemektedir.
2019 yılında 6284 Sayılı Kanunun uygulanmasında “önleyici tedbirler” kapsamında haklarında evden ya da eşlerinden uzaklaştırma kararı verilen erkeklerin sayısının 550 bin civarında olduğu belirtiliyor. Bütün bu önleyici tedbirlere rağmen, şiddet eylemlerinin artışlarının önüne bir türlü geçilemiyor.
Ben burada, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda, 6284 Sayılı Kanunun 8/3. maddesinde yer alan hükümle alakalı yargısal uygulama ve bu uygulamaya ilişkin AYM tarafından bireysel başvuru kapsamında verilen karar üzerinde duracağım.
6284 Sayılı Kanunun 8/3. maddesine göre,
“…Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez”.
Mahkemelerdeki fiilî pratiklere bakıldığında, 6284 Sayılı Kanununun bu hükmü esas alınarak, bir kadının, hiçbir delil ve belge ibraz etmeksizin önleyici tedbirlerin alınması yönünde talepte bulunduğu durumlarda, yetkili mahkemeler tarafından, derhal önleyici tedbirlerin alınması yoluna gidildiği görülmektedir.
Elbette ki, kadına yönelik şiddetin kabulü asla mümkün değildir. Hangi türden olursa olsun, haksız şiddetin meşru yol olarak kabul edilmesinin, her şeyden önce insanlıkla, ahlakla, vicdanla, kısaca her türlü insanî değerlerle bağdaşırlığı yoktur.
Fakat her türlü değerlerle bağdaşırlığı bulunmayan şiddetin önlenmesi yönündeki uygulamalarla, aynı zamanda hakkında bu önlemin uygulandığı kişilerin hak ve hürriyetleri kısıtlanmış olmaktadır. Burada maksadı aşan önlemlerin, âdil bir hukuk düzeni açısından kabulü mümkün değildir. Nasıl haksız yere şiddetin kabulü mümkün değilse, yine haksız yere önlem alınarak kişilerin hürriyetlerinin kısıtlanması da kabul edilebilir bir uygulama değildir.
6284 Sayılı Kanunun 8/3. fıkrasında yer alan “…şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz” hükmü, hakkında önlem alınan kişiler için ciddî manada suiistimal edilebilecek uygulamaların önünü aralamaktadır. Bir bayan, eski ya da yeni eşi (kocas) olsun ya da olmasın, tanısın ya da tanımasın, haklı ya da haksız bir şekilde herhangi bir erkekten intikam almak istediği zaman çok rahatlıkla bu yolu işletebilir.
Hatta bazı şehirlerde lüks araç şoförlerinden para isteyen bazı bayanların az para veren şoförleri, daha fazla para vermelerini sağlamak maksadıyla, 6284 Sayılı kanunla öngörülen önlemlerle tehdit ettikleri yönünde haberler var. Öyle bir ortam oluştu ki, bir erkek, herhangi bir bayanla tenha bir yerde, yolda ya da asansörde bir arada bulunmaktan korkuyor.
Nitekim T.K. isimli bir kişi bu konuda AYM’ne bireysel başvuruda bulunur. T.K. ile bayan H.K. evlidir ve iki çocukları var. T.K. Bakırköy Aile Mahkemesine müracaat ederek eşi H.K aleyhine boşanma davası açar. Çocukları ile birlikte Almanya’da yaşayan H.K. Bakırköy Aile Mahkemesine 6284 sayılı Kanun kapsamında müracaatta bulunarak T.K. hakkında “önleyici tedbir” alınması yönünde talepte bulunur. Aile Mahkemesi de, 6284 Sayılı Kanunun 8/3. maddesi kapsamında, yapılan müracaata temel teşkil edebilecek hiçbir delil ve belge varlığını aramaksızın T.K. hakkında 6 ay süreyle önleyici tedbir kararı verir. İlk önlem kararının uygulanmasının sona ermesinden sonra H.K. tarafından yapılan taleplere uygun şekilde 6 aylık sürelerle T.K. hakkında 3 defa daha “önleyici tedbir” kararı alınmıştır.
Önleyici tedbir kararlarında “….koruma kararı verilebilmesi için şiddetin uygulandığı hususunda delil ve belge aranmayacağına ilişkin 6284 Sayılı Kanunun 8/3. maddesi birlikte değerlendirilerek talebin kabulü gerekmiştir” şeklinde açıklamaya yer verilmiştir.
Ayrıca bu “önleyici tedbir” kararlarına istinaden, Almanya’da da, H.K. tarafından yapılan müracaat üzerine, T.K.’nın, H.K.’nın yanında yaşayan öz çocukları ile kişisel ilişki kurması da men edilmiştir.
T.K., hakkında uygulanan bu önleyici tedbir kararlarının kaldırılması maksadıyla lüzumlu itirazları yaptığı halde, bu itirazlarının reddedilmesi üzerine, 24.04.2017 tarihinde AYM’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
AYM, 6284 Sayılı Kanunun 8/3. fıkrasında yer alan “şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz” hükmünün uygulamada suiistimallere mahal vermeyecek ya da en azından suiistimal ihtimalini kısmen azaltacak şekilde uygulanmasını sağlamaya yönelik şu gerekçelerle T.K.’yı haklı bulmuştur (Karar metni için bkz.: Resmi Gazete: 22 Ocak 2020).
(1) Kanunun gerekçesinde, şiddete maruz kalan veya maruz kalma tehlikesi altında olan kişilerle ilgili koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için herhangi bir delil araştırması veya belge ibrazı aranmazken, önleyici tedbir kararı verilebilmesi için “kişinin şiddete maruz kaldığı veya maruz kalma tehlikesi altında olduğu” hususunda olguların varlığı gereklidir. Aksi yöndeki uygulamalar, “kişiye kanunla sağlanan hakların kötüye kullanılması”na sebebiyet verebilir.
(2) Tedbir kararı ile bir tarafın vücut dokunulmazlığı veya yaşam hakkı gibi kişi için olmazsa olmaz mahiyetteki hak ve menfaatlerinin korunması amaçlanırken, diğer taraftan özellikle mahkemece verilen ve onaylanan önleyici tedbirlerle kişi hak ve hürriyetlerine önemli ölçüde sınırlamalar getirilmiş olmaktadır. Tedbir kararlarından olumlu ya da olumsuz etkilenen tarafların hak ve hürriyetleri arasındaki dengenin gözetilmesi gerekmektedir.
(3) Tedbir kararında, amacın gerçekleşmesi adına şiddetin var olduğuna yönelik kanaate nasıl ulaşıldığı açıklanmalı, yani gerekçe açısından daha esnek bir yaklaşım benimsenmelidir. Bu yaklaşıma ait sınır, olayların özelliğine göre “gerekçeli karar hakkı”nın temel esaslarına zarar vermeyecek şekilde belirlenmelidir.
(4) Mahkemenin, tek taraflı iddiaya istinaden tedbir kararını verdiği aşamada, bu kararın yerindeliğini, itiraz edenin ileri sürdüğü beyan ve deliller çerçevesinde, her iki taraf için öngörülen hak ve menfaat dengesini gözeterek değerlendirmesi gerekir.
(5) Tedbir kararını veren mahkeme, başvurucu tarafından tedbir kararına esas olan iddialara karşı bazı itirazlar ileri sürüldüğü halde, dosyadaki hangi delillerle ne şekilde bağ kurarak tedbir kararını verdiğini belirtmemiştir. Bu kapsamda, somut başvuruda, itiraz merciinin gerekçesiz olarak verilen tedbir kararına yapılan itirazın neden reddedildiğini asgari düzeyde dahi açıklamadığı görülmektedir.
AYM, burada izah edilen gerekçelerle, Anayasanın 17. maddesinde güvence altına alınan “kişinin şeref ve itibar hakkı”nın ve Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan âdil yargılama hakkı kapsamında “gerekçeli karar hakkı”nın ihlal edildiğine karar vermiştir.
AYM’nin bu kararı üzerine şu yönde değerlendirmeler yapılabilir.
(1) 6284 Sayılı Kanunun 8/3. fıkra hükmü, içerdiği soyut ifadeler sebebiyle, keyfî bir şekilde önleyici tedbir kararının alınabilmesinin önünü aralamaktadır.
(2) AYM, vermiş olduğu bu vb. kararlarla, bu hükmün keyfî bir şekilde uygulanmasını önlemeye yönelik çok isabetli gerekçeler ortaya koymaktadır. Bu sebepledir ki, Türkiye’de 2010 Anayasa değişikliği ile “iyi ki bireysel başvuru yolu benimsenmiştir”. AYM, bu kararları ile kısmen de olsa keyfilikleri önlemeyi sağlayıcı ilkeleri ortaya koyarak hakları dengeleyici bir şekilde koruyucu yönde işlevler ortaya koymaktadır.
(3) Burada, TBMM’ne, AYM’nin bu karırında belirtilen ilkelerle uyumlu olarak 6284 Sayılı Kanunun ilgili hükmünü tekrardan düzenlemesinin, hem hak suiistimallerinin önlenmesi, hem de hakların karşılıklı denge içerisinde korunmasının sağlanabilmesi açısından gereklilik arz etmektedir. Elbette ki, her türlü şiddetin önlenmesi önemlidir. Ama şiddetin önlenmesi adına, bir başkasının hak ve hürriyetlerinin dengesiz ve orantısız, hatta bazı kereler keyfî olarak haksız bir şekilde kısıtlanmasının önlenmesi de, “adaletin tesisi” adına son derece önemlidir. Nasıl pireye kızmak yorganın yakılmasını haklı kılmazsa, şiddetin önlenmesini istemek de, şiddetin önlenmesi için öngörülen tedbirlerin suiistimal edilmesini haklı kılmaz.
Başlıktaki sorunun cevabı şu şekilde verilebilir. AYM, bu kararı ile şiddetin önlenmesine yönelik yürütülen çabaları sabote etmiş değildir. Bilakis bu kararı ile, şiddetin önlenmesi yönündeki uygulamaların daha makul ve âdil olması için lüzumlu olan ilkesel gereklilikleri ortaya koymuş olmaktadır.