27 Mayıs askeri darbesinin üzerinden 60, 28 Şubat post-modern darbesinin üzerinden 23 yıl geçti. Ülkemizde 1960 sonrası süreçte, takriben her 10 ya da 15 yılda bir doğrudan ya da dolaylı askerî müdahaleler geleneği yerleşti. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden 11 yıl sonra 12 Mart 1971 muhtırası, bu muhtıradan 9 yıl sonra 12 Eylül 1980 askerî darbesi gerçekleşti. Bu darbeden 17 yıl sonra, 28 Şubat post-modern darbesi süreci yaşandı. 28 Şubat’ın etkilerinin devam ettiği süreçte, yoğun bir şekilde, Ergenekon örgütlenmesi, balyoz, eldiven, yakamoz vb. darbe yargılamaları yaşandı. 27 Nisan 2007’de dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt tarafından hükümete yönelik e-muhtıra bildirisi verildi. Bu bildiriden 9 yıl sonra 15 Temmuz 2016 hain darbe kalkışması gerçekleşti. Türk halkının şanlı direnişi neticesinde bu kalkışma püskürtüldü.
Türkiye’de Devlet, yoğun bir şekilde 15 Temmuz ihanet kalkışmasını ayıklamaya yönelik adlî ve idarî işlem ve filer gerçekleştirdi. Bu kapsamda çok sayıda FETÖ’cü kamu görevlileri, görevlerinden ihraç edildi. Bunların büyük ekseriyeti hakkında adlî soruşturmalar yapıldı, bir kısmı mahkûm oldu. Görevlerinden ihraç edilenlerin bir kısmı aklanarak görevlerine geri döndüler. Özellikle darbe kalkışması sürecinde etkin olan birçok kişi ülke içerisinde adlî birimlerden ve güvenlik görevlilerinden kaçıyorlar. Bu ihanet kalkışmasının en etkin elemanları başta ABD olmak üzere Batılı ülkelere kaçtılar. Türkiye’nin haklı olarak yapmış olduğu iade taleplerinin hiçbirisine bu ülkeler olumlu cevap vermediler.
Türkiye 15 Temmuz ihanet kalkışmasının hasarlarını gidermeye çalışırken, Batı’lı ülkeler hiçbir zaman bu çabalara destek vermediler. Maalesef sözüm ona demokrat bilinen bu ülkeler FETÖ ihanet örgütünün elemanlarını himaye etmekten zerre kadar kaçınmadılar. Bu tutumun geri planında, esasen bizzat ABD ve diğer Batılı ülkelerin bu yapıyı Türkiye’ye karşı kullanmaları projesinin olduğu söylenebilir.
Türkiye’de hiçbir askerî darbe ya da müdahale, ABD’ye rağmen olmamış, hatta bu tespitin de ötesinde, ABD’nin yönlendirmesi altında olmuştur. Tıpkı, 1960’lı, 1970’li ve 1980’li yıllarda Latin Amerika ülkelerinde sıklıkla yaşana askerî darbeler gibi. 15 Temmuz askerî darbe kalkışmasının arkasında da ABD mevcuttur. Bu ülke, diğer sözüm ona demokrat Batılı ülkelerle dayanışma içerisinde, darbeci FETÖ ihanet örgütü elemanlarının Türkiye’ye iade edilmemeleri için her türlü direnci göstermişlerdir.
Türkiye’de devlet bu ihanet şebekesinin tasfiye edilmesi yönünde yoğun çabalar sarf ederken, bazı iç siyasi çevreler, mağduriyetleri öne çıkararak bu örgüte yönelik çabaları ciddi olarak eleştirme çabalarına giriştiler. “Asıl darbe 15 Temmuz değil, 21 Temmuz OHAL ilanıdır söyleminden, bütün FETÖ’cüleri içerecek şekilde bir milyon kişinin mağdur edildiğine, FETÖ ihanet şebekesi ile ortak dil kullanılarak 15 Temmuzun kontrollü darbe ya da bir tiyatro olduğunun söylenmesinden FETÖ’den yargılanan bazı gazetecilerin mitinglerde alkışlatılmasına, CHP’nin FETÖ ile ittifak kurduğunu söyleyenlerin bu partiden ihraç edilmesinden FETÖ’cü dershanelerin ve Zaman Gazetesinin kapatılmasına yönelik işlemlere karşı şiddetli direnç gösterilmesine kadar, çeşitli tutum ve söylemlerle CHP, bu yapıya yönelik uygulamaları etkisizleştirme çabalarına girişmiştir. Bu yapının etkisizleştirilmesi yönündeki çabaları sabote etmeye yönelik iç ve dış dirençler hiç bitmemiştir.
Özellikle darbeleri meşrulaştırmak için kullanılan ve kamuoyunun darbeler lehine etkilenmelerini sağlayan söylemlerin başında “diktatörlük” söylemleri gelmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan hakkında hem iç kamuoyunda hem de dış basında yoğun bir şekilde diktatörlük söylemleri geliştirildi. Bu yöndeki haberlerin en son örneğini The Time’nin haber ve yorumları teşkil etmiştir.
ABD tarafından bir ülkeye yönelik darbenin yapılması planlandığında, önce o ülkenin iç kamuoyu darbe için müsait hale getirilir. Yapılan yoğun yayınlarla ya da desteklenen yaygın şiddet eylemleriyle kamuoyu darbeyi kabul edecek kıvama getirilir. Latin Amerika ülkelerinde de, Türkiye’de geçmiş yıllarda yapılan askeri darbe ve müdahalelerde de hep böyle olmuştur. Bazı kereler sivil toplum kuruluşu kisvesi altında faaliyet gösteren bazı kuruluşlar bunun işaretlerini vermekten kaçınmamışlardır.
Son zamanlarda, bu yönde bir işaret Rant Corporation adını taşıyan sözüm ona STK tarafından verilmiştir. Her ne kadar bazı çevrelerce bu kuruluşun açıkça darbe olacağını söylemediği belirtilmişse de, uygulanan taktik icabı bu yöntem benimsenmiştir.
Diğer yandan daha bu kuruluşun raporunun mürekkebi bile kurumadan, CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu geçen haftaki (24.02.2020) parti Grup toplantısında şunları söylemiştir: “Çok yakın zamanda iktidar olacağız. Tabanımız buna hazırlıklı olmalı”.
Esasen yakın gelecekte bir seçim ihtimali görünmüyor. Bu durumda insanın aklına şu üç ihtimal gelmektedir:
Birincisi, AK Parti ve/veya MHP’ye yönelik yapılacak haricî ve dâhilî müdahaleler yoluyla milletvekillerinin istifa ettirilmelerinin sağlanması, bu yolla Mecliste 3/5 çoğunluğun muhalefet tarafında toplanmasının temin edilmesi ve bu çoğunluk tarafından önce Anayasa değiştirilerek parlamenter sisteme geçilmesi, daha sonra da Kılıçdaroplu’nun hükümetin başına geçirilmesi. Bu senaryo, 28 Şubat sürecinde bazı DYP’li milletvekillerinin baskılar yoluyla partiden istifaları sağlanarak Mesut Yılmaz’a hükümetin kurdurulmasının sağlanması sürecini hatırlatıyor. Bu istifalar, kendiliğinden değil, askeri bürokrasinin göz kızartmaları neticesinde gerçekleşmiştir.
İkincisi, Rand Corporation tarafından tüyosu verilen askeri darbenin yapılması neticesinde Kılıçdaroğlu’nun hükümetin başına geçirilmesi.
Her iki ihtimal de, Türk demokrasisinin tekrardan ağır kaza yapması demektir.
Üçüncüsü, darbe ihtimali yönünde verilecek mesajlarla hükümetle askeri bürokrasi arasına fitne girdirmektir. Kamuoyunda yayılacak yoğun söylemlerin de bir neticesi olarak, hükümette, askeri bürokrasiye yönelik güvensizlik havasının oluşturulması amaçlanmaktadır. Burada her iki tarafın birbirlerine karşı şüpheci ve korku temelli yaklaşımları, zaman içinde kamuoyundaki haberlerle beslenecektir. Kamuoyunda yaşanabilecek gezi türü eylemler, hükümet-asker gerilimini daha da besleyecektir. Burada temel amaç, hükümet-asker ilişkilerini onarılmaz düzeyde yaralayarak ya darbeye zemin hazırlamak ya da hükümeti, yıpratarak istifa ya da seçimleri zorlamak ya da yeni seçimlere kadar hükümeti yıpratmaktır.
Türkiye’nin artık darbelerin konuşulduğu bir ülke olmaktan çıkması gerekiyor. Hakikaten bütün muhalefet partileri ülkemizde darbelerden medet ummuyorlarsa, bu yöndeki tavırlarını çok açık ve net şekilde ortaya koymaları lazım. Türkiye’nin geleceği demokrasinin kökleşmesine bağlıdır. Demokrasinin kökleşmesi iktidar kadar muhalefetin de, askeri müdahalelere karşı demokrasiye dört elle sarılmalarına bağlıdır.
Her ne kadar ülkemizde darbelerden medet uman bazı iç çevreler mevcut ise de, 15 Temmuz şanlı halk direnişi sonrasında halkın büyük ekseriyetinin artık yeni darbelere müsaade etmeyeceği kanaatindeyim. Fakat dâhilde kısmen azınlıkta da olsa darbelerden medet umanların olması, darbeci haricî güçlerin iştahını kabartmaktadır. Bu kabaran iştah sebebiyle, Rand Corporation denilen sivil toplum kuruluşu görünümlü teşekküllerin, darbe olabileceği yönündeki söylemleri dile getirerek darbeden medet ummalarının önünü açmaktadır. Diğer yandan bu tür söylemler, demokratik sivil hükümetle TSK komuta kademesi arasında fitneye sebep olmaktadır. Bu fitne demokrasiye zarar verme istidadına sahiptir. Ayrıca, derin ABD tarafından bu kuruluşa söylettirilenler, ülkemizde darbeden medet uman dâhili mihrakları tahrik etmekte, bütün bunlardan Türk demokrasisi zarar görmektedir.
Bu konudaki önerim şu yöndedir. Muhalefet partileri hakikaten demokrasinin ülkemizde kökleşmesini arzuluyorlarsa, bu kuruluşun söylemlerini çok net beyanlarla ellerinin tersleri ile itmelidirler. Ayrıca, diktatörlük vb. söylemlerle askeri darbelerin yapılması için zemin oluşturucu söylemlerden de kaçınılması gerekmektedir. İktidarı ile muhalefeti ile sivili ile askeri ile bütünlük içerisinde sergilenecek net tavır, harici güçleri bir daha bu yola yönelmekten kaçınmaya zorlayacaktır. Şayet bütün bu önerilerime rağmen bazı dâhili güçler, hala darbeden medet ummaya devam ederler de bu yönde bir kalkışma olursa, bu milletin göstereceği yeni bir şanlı direnişle karşılaşacaklarını söylemek isterim. Bu halk, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat vb. darbe ve müdahalelerini seyreden halk değildir. 15 Temmuz şanlı direnişini gerçekleştiren Türk halkı demokrasinin en büyük koruyucusu haline gelmiştir. Bunu idrak etmeyenleri bu halk hüsrana uğratacaktır.
Her ne kadar darbe söylemi hükümet ile askeri bürokrasi arasına fitne sokmayı amaçlamakta ise de, bu çabaların da akim kalacağını ümit ediyorum. Şimdiye kadar çok sayıda darbe gerçekleştiren bir kurum olan TSK içerisinde, bu oyunlara gelecek kişiler çıkar mı bilinmez. Ama bu yönde bir eğilim içinde olanlar varsa, bu milletin bir daha askeri müdahaleye izin vermeyeceğini kesin olarak bilmeleri gerektiğini ifade etmek isterim.