Türkiye’de bir kesim (LAİKİST) var ki, sorun çıkarmak için her bahaneyi sonuna kadar kullanmaktan kaçınmıyor. Müslüman’lar, ramazan-ı şerifte, bütün dünyayı sarsan corona salgını sebebiyle camiye ve Cuma namazına gidemeksizin evlerine çekilerek tuttukları orucun manevî hazzını yaşamaya çalışırlarken, LAİKİST kesim, Diyanet İşleri Başkanı (DİB) Prof. Dr. Ali Erbaş’ın geçen Cuma (24.04.2020) günü Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde kıldırdığı temsilî Cuma Namazında okumuş olduğu Hutbeden dolayı ortalığı birbirine kattı.
Önce bu Hutbede neler söylemiş Ali Erbaş Hoca bütünlük içerisinde ona bakalım.
“İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan, gayri meşru ve nikâhsız hayatın İslamî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HİV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim”.
Bu hutbe az sayıda bir cemaatin temsilî Cuma Namazı kıldığı Hacı Bayram-ı Veli Camiinde okundu. Bu hutbeyi dinleyenler LGBTİ+’cilere hiçbir şey yapmadan dağıldılar. Bu kesime yönelik, “kin ve düşmanlığa yönelen” nefret içerikli tutumlar da sergilemediler.
Otoriter dışlayıcı militan laiklik taraftarı LAİK’ist cenaha mensup bazı kesimler, hutbenin bazı kısımlarını kamuoyunun gündemine taşıyarak, bu hutbede LGBTİ+’cilere yönelik “kin ve düşmanlığı tahrik eden nefret söylemi”nde bulunulduğunu belirttiler.
İHD, Ali Erbaş hakkında, hutbesinde dile getirdiği bu ifadelerle LGBTİ+’cilere yönelik “nefret söylemi”nde bulunduğu gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. İzmir ve Ankara Barosu da İHD’nin bu söylem ve suç duyurusunu destekleyen açıklamalar yaptı.
Ankara Barosu bu açıklama kapsamında Kur’an’ın hükümlerini hedef alan beyanlarda bulundu. Bu açıklamada “Şaşkınlığımız; ‘sesi çağlar öncesinden gelen bu şahsın’, bir devlet kurumunun başında oturup söylemini kutsal sayılan değerler üzerine inşa ederek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmesindeki kan kokan cüreti sebebiyledir” ifadeleri yer aldı. Burada “sesi çağlar öncesinden gelen bu şahsın” ifadesiyle aslında hedef Erbaş’ın şahsında İslam Dini’dir. Eski DİB Prof. Dr. Mehmet Görmez’e göre, bu açıklama hukukî bir açıklama değildir; bu açıklama, İslam’ın çağlar üstü hükümlerinin çağ dışı ilan edildiği kötü bir metindir.
Gelen yoğun tepkiler üzerine, Ankara Barosu adına yapılan ikinci açıklamada, “Anılan yazı içeriğindeki ‘…çağlar öncesine ait’ söylemi, İslâm temelinde dini değerleri değil, coğrafyadan ve tüm dinlerden bağımsız olarak dünya tarihinde çağlar boyunca yaşanan trajedilere vücut veren ayırımcı ve ötekileştirici zihniyeti ifade etmektedir” şeklindeki tavzihatla, ilk açıklamadakinden farklı bir amacın kastedildiği ifade edilmeye çalışılmıştır.
Benzer açıklamalar Diyarbakır Barosundan da geldi. Bu açıklamaların akabinde, Ankara ve Diyarbakır Barolarının yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulunuldu.
Şanlı Urfa Barosu, Ankara ve Diyarbakır Barolarına destek verirken, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, “…Ankara Barosu tarafından yapılan bu sorumsuz açıklamayı tasvip etmemiz mümkün değildir” diyerek, Ankara Barosuna tepki gösterdi.
Onlarca STK’ları, İHD, İzmir, Ankara, Diyarbakır ve Şanlıurfa Baroları tarafından yapılan açıklamalara tepki gösterdiler. Siyasî cenahta, CHP ve HDP, derhal Ali Erbaş’ın açıklamalarını şiddetle eleştirerek, İHD, İzmir, Ankara, Diyarbakır ve Şanlıurfa Baroları’nın açıklamalarına destek verdiler. AK Parti, MHP ve İyi Parti ise, Ali Erbaş’ın açıklamalarına destek oldular. Gelecek Partisi ve Deva Partisinden olumlu ya da olumsuz bir ses çıkmadı.
Ali Erbaş’ın Cuma hutbesinde dile getirdiği eşcinsellikle ilgili görüşlerin ardından Twitter’de açılan #YallahHollanda’ya etiketi, Hollanda’da tepkiyle karşılandı. Hükümetin büyük ortağı Demokrasi ve Özgürlük İçin Halk Partisi, Erbaş’ın, “eşcinsellerin lanetlendiği, zina ve eşcinselliğin hastalığı da beraberinde getirdiği” yönündeki sözlerini parlamento gündemine taşıdı. Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi de tepkisini, aynı platformda dile getirdi.
Peki, bu karşılıklı şiddet tonu yüksek tartışmaları nasıl değerlendireceğiz?
Ben bu tartışma konusu meseleyi çeşitli yönlerden tahlil edeceğim.
1- Bu tartışmalı meseleye ilişkin İslam Dinindeki temel hükümler.
Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından yapılan açıklamaya göre, İslam Dini, cinsel hayatın, ancak evlenmeleri helal olan bir erkekle bir kadın arasında ve geçerli bir nikâh akdine dayanan evlilik birliği içinde söz konusu olabilir. Bu meşru daire dışında kalan cinsel ilişkiler İslâm’da zina olarak nitelenmiştir. Toplumun çekirdeğini oluşturan ve onun geleceğini belirleyen aile kurumunu tehdit eden en büyük tehlikelerden biri olan ve toplumsal düzenin bozulmasına, nesillerin ziyan olmasına, hayâ duygusunun yitirilmesine ve birçok hastalığın ortaya çıkmasına sebep olan zina son derece çirkin bir iş ve çok kötü bir yoldur. İsra Suresine göre, “Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur” (32. Ayet). Furkân suresine göre, “Onlar, Allah ile beraber başka bir İlâha kulluk etmeyen ve ‘zina etmeyen’ kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar” (68 ayet). Mümtehine suresine göre, “Ey Peygamber! Mü’min kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, …zina etmemek, …hiçbir iyi işte sana karşı gelmemek konusunda sana biat etmek üzere geldikleri zaman, biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlama dile” (12. Ayet). Aynı hükümler diğer kutsal kitaplarda da yer almıştır (Çıkış, 20/13; Tesniye, 5/18; 22/24; Matta, 15/19; Markos, 7/21).
Kur’an-ı Kerim’de eşcinsel ilişkinin çok çirkin bir fiil olduğu ve Allah’ın koyduğu sınırları çiğnemek anlamına geldiği açık ve kesin bir şekilde ortaya konmuştur. Nisa Suresine göre, “Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin”. “Sizlerden fuhuş (zina) yapanların her ikisini de incitip kınayın” (15. ve 16 ayetler). Bu ayetlerde geçen fâhişe kelimesi, çok çirkin, edep dışı hareket demektir. 15. ayette, kadınların kendi aralarında yaptıkları sevicilik, lezbiyenlik vb. fuhuştan; 16. ayette de, erkeklerin kendi aralarında yaptıkları livâta, homoseksüellik vb. fuhuştan bahsedildiği belirtilmektedir.
A’raf Suresine göre, Lût Peygamber kavmine şöyle demişti: “Sizden önce âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz? Hakikaten siz kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir toplumsunuz. Kavminin cevabı, ‘çıkarın bunları memleketimizden! Güya onlar kendilerini fazla temiz tutan insanlar!..’ demek oldu. Bunun üzerine biz de onu ve karısı dışında aile fertlerini kurtardık. Karısı ise azab içinde kalanlardan oldu” (80-84 Ayetler). Benzer ayetler Şuarâ Suresinde de mevcuttur (165-174). Kur’an’dan önce indirilen kutsal kitaplarda benzer hükümler yer almıştır (Levililer, 18/22; 20/13; Romalılar’a Mektup, 1/27; Korintoslular’a Birinci Mektup, 6/9).
Ali Erbaş’ın okuduğu hutbe bu ayetlerle uyumludur. Bu fiillerin yasaklanmasının hikmetlerine dair açıklamalar ise bu yasakların niçin öngörüldüğüne dair tıbbi izahatlardır.
2- Bu tartışmalı meselenin hutbenin mahiyeti açısından değerlendirilmesi.
Hutbe, Müslümanların ibadet için bir araya gelmeleri ile oluşan cemaatin hazır bulunduğu bir ortamda, dinleyenlere yönelik bir hitaptır. Hutbe, her Cuma günü ve iki kutsal (Kurban ve Ramazan) Bayramda okunur. Hutbenin iki yönü vardır, (1) dua ve salâvat, (2) İslam Dini’nin, iman, ibadet, ahlakî değerler, dinî gereklilikler, dinin emrettikleri ve men ettikleri konularda cemaate bilgi vermek ve nasihatler yapmaktır. Hutbe ile Hz. Peygamber döneminden bu yana camilerdeki Müslümanlar, dini konularda bilgilendirilir, aralarında kardeşlik ve dayanışma vurguları yapılır.
Bu izahattan sonra, Ali Erbaş’ın yoğun saldırılara konu olan hutbesine gelelim. Ali Erbaş Hoca hutbesinde, hazır bulunan Müslüman Cemaate, Allah’ın Kur’an’da bütün insanlar ve özellikle de Müslümanlar için men ettikleri ve emrettikleri fiillere ilişkin ayetleri okuyor. Hutbe, Allah’ın, zina, fuhuş, eşcinsellik vb. fiillere ilişkin yasaklarının İslam ülkelerinde de yaygın bir şekilde ihlal edildiği günümüz şartlarında okunmuştur. Esasen bu ilk de değildir. Ama camilerde okunan hutbelerden haberdar olmayan LAİK’istler, sanki ilk defa böyle bir hutbe okunuyormuşçasına, hatibe saldırıyorlar. Bu vesileyle, Ali Erbaş Hoca’nın geçen Cuma günü hutbede okudukları, hutbenin mana ve mahiyetine tamamen uygundur.
3- Bu tartışmalı meselenin her iki kesim açısından hak ve hürriyet boyutu.
Burada iki tür hak ve hürriyet söz konusudur. (1) LGBTİ+ üyelerinin, İslam’da fuhuş, zina olarak nitelenen fiillerin, insanlar için tabiî işler olduğuna dair düşünceleri benimseme ve ifade etme hak ve hürriyeti. (2) Müslüman’ların ya da LGBTİ+ mensuplarından farklı düşünen diğer kişilerin, bu fiillerin, dinî, ahlakî, geleneksel, neslin sağlıklı bir şekilde devamının sağlanması ya da sağlıkla alakalı sebeplerle men edilmesinin gerekliliğine ilişkin düşünceleri benimseme ve ifade etme hak ve hürriyeti.
Her iki kesim de, düşüncelerini ifade edebilmekte, hatta devlete yönelik kamuoyu baskısı oluşturarak hukukî düzenlemeleri de yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Hatta belki de Dünya genelinde en etkili lobby ve baskı gruplarının başlarında LGBTİ+ eğilimliler gelmektedir. Bu etkileşim içerisinde, başta ABD’deki bazı eyaletler olmak üzere birçok Batı’lı ülkede, diledikleri yönde düzenlemelerin yapılmasını sağlayabilmişlerdir.
LGBTİ+ eğiliminden farklı düşünce, kanaat ve inanç sahipleri de kendi eğilimleri yönünde toplumsal etkilemeler yapabilmek için inanç değerlerini ifade etmektedirler. Dinî düşüncelerin ifade edilmesi, din ve vicdan hürriyetinin olmazsa olmaz gereklerindendir. Fikir hürriyeti için ifade hürriyeti ne ise din hürriyeti için de dini bilgilerin ifade edilmesi aynı şeydir. LGBTİ+ eğiliminde olanlar için diledikleri şeyi anlatma hakkı tanınıp, farklı eğilimde olanların düşünce ve inanç değerlerini ifade etmelerinin, LGBTİ+ eğiliminde olanlar tarafından hoş görülmediği için yasaklanması, LGBTİ+ eğilimlilerin din hürriyeti aleyhine kayırılması, din hürriyetinin ifade boyutunun yok edilmesi neticesini ortaya çıkaracaktır.
Bunun manası, laiklik adına LGBTİ+ eğiliminin, başta İslam Dini olmak üzere farklı eğilimlere karşı kutsanması, mutlak üstünlenmesidir. Bu yöndeki politikalar, belki otoriter ya da totaliter rejimlerin geçerli olduğu, demokrasinin olmadığı ülkelerdeki militan, baskıcı, dışlayıcı laiklik uygulamaları ile uyumlu olsa da, din ve vicdan hürriyetinin diğer hak ve hürriyetler kadar güvencede olduğu anayasal demokratik laiklik uygulamaları ile bağdaşmaz.
Ali Erbaş Hoca’nın bu hutbede okudukları, din ve vicdan hürriyeti kapsamında yer almaktadır. Hutbe, esasen dinî düşüncelerin ifade edilme yollarından biridir. Amacı, dini emirlerin ve yasakların Müslüman cemaate anlatılmasından ibarettir. LGBTİ+ eğiliminde olanlara tanınan ifade hakkının, Müslümanlara hutbe yoluyla tanınmaması, inanç hürriyetinin özünün zedelenmesi demektir. Kısaca LGBTİ+ sevicilik, Müslüman düşmanlığıdır.
4- Bu tartışmalı meselenin “nefreti teşvik” yönündeki iddia açısından tahlil edilmesi.
Hemen hemen bütün ülkelerde nefreti teşvik fiili men edilmiştir. Nefret suçunu teşkil eden söylem, ırk, etnik yapı, millet, dinî inanç, cinsî farklılık ve engellilikler sebebiyle bir grup insanın aşağılanması, korkutulması, bunlara karşı şiddetin tahrik edilmesi veya ön yargı oluşturulması amacıyla gerçekleştirilen söylemlerdir. Muhtevası çok tartışmalı bir kavram olan nefret söylemi, sözlü ya da yazılı beyanlarla gerçekleşebilir. Bütün söylemler, içinde bulunulan şartlara bağlı olarak, her zaman nefret suçlarını oluşturmayabilir.
Nefret söyleminde belirleyici temel husus, farklılıklara tahammülsüzlüğün ve hoşgörüsüzlüğün dışa vurulmasıdır. Bu söylemlerle, hedef alınan gruplara “bu toplumda sizlere kesinlikle yer yoktur” şeklindeki mesajlar vurgulanarak verilir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 1997’de kabul ettiği R(97) 20 sayılı tavsiye kararında nefret söylemini, “ırkçı nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm veya hoşgörüsüzlük ifade eden saldırgan milliyetçilik de dâhil olmak üzere, hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret şekillerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade şeklidir” şeklinde tanımlamıştır.
Başkalarına yönelik zarar meydana getirdiği, ifade hürriyeti kapsamında açık ve mevcut tehlikeye sebebiyet verdiği ölçüde, nefret söylemleri ifade hürriyeti kapsamında kabul edilemez. Nefret söyleminin sınırlandırılmasında, iki temel nokta vardır: (1) Nefret söylemi ile bir kişi veya grubu incitmek, kişiliksizleştirmek, taciz etmek, alçaltmak, küçük düşürmek, mağdur etmek veya bu kişi ve gruplara karşı duyarsızlığın ve düşmanlığın artırılmasını amaçlamak; (2) nefret söyleminin yol açabileceği muhtemel zararlar, yani ifadenin tehlikeliliğidir. Bu ikinci durum, “açık ve mevcut tehlike” şeklinde de ifade edilebilir.
AİHM’ye göre, AİHS’nin temellerini oluşturan değerlere yönelik ifadelerden, hoşgörüsüzlüğe tahrik eden veya onu haklı gösteren ya da hoşgörüsüzlüğü yayan ifadeler AİHS’nin 10. maddesiyle sağlanan korumadan yararlanamaz. Dolayısıyla bu tür beyanlar, sınırlamayı haklı kılacak nefret söylemleri kapsamında değerlendirilir.
Ali Erbaş Hoca’nın, hutbede ifade ettiği, LGBTİ+ eğiliminde olanların düşünce ve kanaatleri ile yüzde yüz çelişen, Kur’an’ın hükümlerini beyan eden zina ve eşcinselliğe dair sözleri, LGBTİ+ eğiliminde olanları hedef alan, onlara zarar vermeyi, hoşgörüsüzlüğü tahrik eden mahiyette değildir. Kur’an’ın hükümlerini beyan eden söylemlerle, cami cemaatinin bu fiillerden uzak durmaları nasihat ediliyor. Ayrıca, LGBTİ+ eğiliminde olanları hedef alan, onlara yönelik hoşgörüsüzlüğü tahrik eden özel bir kast da söz konusu değildir. Kaldı ki, bu, ilk defa icra edilen bir hutbe de değildir. Belki de her Cuma günü yüzlerce camide, benzer içerikte hutbeler okunmaktadır. Bu hutbelerden etkilenerek, tahrik olarak, hoşgörüsüz hale gelerek LGBTİ+ eğiliminde olanlara yönelik eylemler ya da tacizler söz konusu değildir.
Bu hutbede okunanlardan amaç, LGBTİ+ eğiliminde olanlara yönelik hoşgörüsüzlüğü, bu yolla nefreti tahrik etmek değil, cami cemaatinin bilinçlenmelerini ve bilgilenmelerini sağlamaktır. Sırf LGBTİ+ eğiliminde olanlarının hoşuna gitmiyor ya da düşünceleri ile çelişiyor diye, bu söylemleri nefreti tahrik kapsamına girdirmek hukuken mümkün değildir.
Asıl bu söylemi esas alarak, Ali Erbaş Hoca’nın şahsının ve söylemler bağlamında İslam’ın hedef alınması, toplumsal gerilimleri şiddetli bir şekilde tetiklemiştir.
Peki, Cuma hutbesinde zina ve eşcinselliğe yönelik söylemlere bu düzeyde tepki vermenin sebebi nedir? Sorusuna cevap arayacak olursak, şu değerlendirmeler yapılabilir.
Türkiye’de laiklik ve din ve vicdan hürriyetine yönelik iki tür eğilim vardır.
(1) Pozitivizmi esas alan, laikliği modernleşme temelli bir hayat tarzı olarak gören, dini ve dindarlığı gerilik, insanlık için zararlı, sekülerizmi ise olmazsa olmaz gereklilik olarak değerlendiren, idealize ettikleri din karşıtı pozitivist seküler hayat tarzını, hem kendileri hem de başkaları için zorunlu gereklilik olarak değerlendiren, felsefi anlamda laiklik ya da laisizm temelli otoriter militan dışlayıcı laiklik taraftarlarıdır. Bu telakkide, din ve vicdan hürriyetine ya hiç hayat hakkı tanınmak istenmeyen ya da idealize ettikleri hayat ve düşünce tazı ile çelişen her türlü söylem, davranış ve hayat tarzlarının mutlak yasaklanmasını öngören bir laiklik telakkisi söz konusudur. Ben bu tür telakki sahiplerine “LAİKİST” diyorum. Kendi düşünce ve kanaatleri, hayat tarzları ile çelişen her türlü söz ve davranışı, kin ve düşmanlığa yönelik nefret söylemi veya dinin siyasete alet edilmesi veya dinin çağdışı gösterilmesi ya da kendi yaşantılarına müdahale olarak değerlendirerek yasaklanmasını önermektedirler. Bu istekleri olmayınca, asıl nefreti körükleyen, tahrik eden, zarar verici beyanları sergileyen, aşağılayan tutumları sergilemeyi kendileri için hak olarak görüyorlar. Bunların, farklıya tahammülleri yoktur. Geçmişteki başörtü yasağı bunun en bariz misallerini teşkil eder.
(2) Din ve vicdan hürriyetini, diğer düşünce ve kanaatler kadar muteber gören, koruyan, dini ve siyasi çoğulculuğu esas alan, başkalarına zarar vermedikçe ya da “açık ve mevcut tehlike” teşkil etmedikçe, hoşgörüsüzlüğü tahrik eden dini, ırki, kültürel vb. söylemler söz konusu olmadıkça her türlü söylemi koruyan, hayat tarzlarına müdahale etmeyen liberal, ya a anayasal demokratik pasif laiklik anlayışı. Bu telakkide, din ve vicdan hürriyeti en geniş manasıyla teminat altındadır.
Ali Erbaş Hoca’ya yönelik nefret söylemi iddialarının arkasında, bu anlayış farklılığı, otoriter baskıcı laiklik eğilimi etkili olmaktadır. Bu eğilim ve düşüncenin uygulanmasının anayasal demokrasi ile uyumluluğu yoktur. Anayasal demokrasi ile uyumlu laiklik ikinci tür laikliktir. Birinci tür laiklik taraftarları, geçmiş yıllardaki gibi dindarlara yönelik her istedikleri dışlayıcı uygulamayı hayata geçirememenin agresifliğini sergiliyorlar.
Kısaca ifade etmek gerekirse, artık Türkiye’de eski model, baskıcı otoriter militan laiklik dönemi sona erdi. Gerek DİB Ali Erbaş Hoca, gerekse diğer din görevlileri olsun, hutbe ve vaazlerde, hatta sempozyumlarda, kitaplarda, makalelerde, kamuya yönelik her türlü görüş beyanlarında, inandıkları değerleri rahatça söyleyebilirler. Buna karşı çıkmak, demokratik haklara karşı çıkmak; kendi düşünce ve hayat tarzlarını başkalarına dayatmak, ya da kendileri için uygun gördükleri ifade hakkını başkalarına tanımamaktır.
LAİKİST’ler, Ali Erbaş Hoca ya da bir diğer din görevlilerinin, “acaba söyleyeceklerim LGBTİ+ eğiliminde olanları rahatsız eder mi, onların hoşuna gitmeyebilir mi” şeklinde bir filitrasyon yaptıktan sonra mı hutbe okumalarını istiyorlar. Bunun manası şudur, LGBTİ+ eğiliminde olanlar her istediklerini söyleyebilirler, ama din adamları LGBTİ+ eğiliminde olanların hoşuna gitmeyen ya da onların düşünceleri ile çelişen hutbe okuyamaz, vaaz veremez, yazı yazamaz ve diğer ifade yolları ile dini içerikli beyanlarda bulunamazlar demektir. Bunun adı, LGBTİ+ eğilimli düşüncelerin topluma tahakkümle kabul ettirilmesidir. Kısaca, din ve vicdan hürriyetini yok edilmesidir.
Bir soru, Ali Erbaş Hoca Hutbede ne demeli idi?
Bunlara göre, “Din görevlileri, hutbelerde, vaazlarda, ya LGBTİ+ eğiliminde olanların düşünceleri ile çelişen dini bilgilerden hiç bahsetmemeli ya da kendi inançlarına göre şekillenen çağdaş hayat tarzı ile İslâm’ı buluşturarak, İslam Dinini reforme ederek, artık zina ve eşcinsellik haram olmaktan çıktı” demelidir.
Hiç kusura bakmasınlar böyle bir şeyin yapılmasını beklemek, kendi inanç ve hayat tarzlarının Müslümanlara dayatılması demektir. Burada din ve vicdan hürriyetinin yok edilmesi, bizzat İslami değerlerin yaşanmasını ve ifade edilmesini engellemeye yönelik haksız, hukuksuz, despotik bir saldırı durumu söz konusudur.
Demokratik bir hukuk devletinde bu yöndeki isteklere yer yoktur. Herkes düşüncesini açıklar. Ben her istediğimi söylerim, lezbiyenlik, eşcinsellik, zina tabii bir hayat tarzıdır, kimse bunun aksini söyleyemez, aksi yöndeki söylemler din ve vicdan hürriyetinin koruma kapsamına girdirilemez, girdirilmesi halinde nefret söylemi ortaya çıkar demek, kendi dışındakilere hayat hakkı tanımamaktır. Bu, otoriter baskıcı bir ideoloji ve dayatmadır.
Belki bu söylemler, 1940’lı yılların Türkiye’sinde mümkündü, ama artık geçti o günler. LAİKİST’ler için hazmı zor, ama gün geçtikçe kabullenmek zorunda kalacaklar. Belki zorlarına gidecek, ama farklı hayat tarzlarını hoş görmek zorunda kalacaklardır. Bu iş olurken de, arada bu tür çatışmalar yaşanabilir. Ama her bir çatışma sonrası, anayasal demokrasi biraz daha kökleşecek, otoriter militan dışlayıcı laiklikten, liberal demokratik pasif laikliğe biraz daha yaklaşılacaktır. Bu süreç tamamlandığında, şimdilerde çatışma konusu olan ya da görülen çoğu söylem ve hayat tarzları artık olağanlaşacaktır. Her kim olursa olsun, hutbelerde ve vaazlerde söylenenlerle ilgilenmeyeceklerdir. Bütün bunların gerçekleşmesi için YA SABÛR diyelim. Artık LAİKİST’ler de, liberal demokratik pasif laiklikle uyumlu söylem ve yaşantılara, kendilerinden farklı insanların da inançlarını ifade etmelerine, inançları ile uyumlu yaşamalarına ALIŞACAKLAR, ALIŞACAKLAR, ALIŞACAKLAR. NOKTA.