15 Temmuz’dan bu yana FETÖ ihanet örgütü ile alakalı devlet çok sayıda işlem yaptı. 15 Temmuz’dan önce de bazı işlemler yapıldı. Fakat 15 Temmuz’dan sonra bu örgütün etkisizleştirilmesine yönelik sayısını bilemediğimiz kadar işlemler yapıldı. Başta hâkim ve savcılar, öğretmenler, polisler ve askeri personel olmak üzere kamu kurumlarında, 15 Temmuz sonrası dönemde FETÖ ihanet örgütü ile olan ilişkili, iltisaklı ya da etkili eleman oldukları gerekçesiyle ihraç edilen kamu görevlilerinin sayısı 125 binden fazla. Bunların bir kısmı hala kaçak, büyük ekseriyeti hakkında davalar açıldı ve birçoğu da mahkûm oldu.
Fakat FETÖ’nün siyasî ayağına ya hiç ya da yeterince dokunulmadığı yönünde sürekli yoğun bir şekilde vurgular yapılmaktadır. Bu konuda herkes birbirini suçlamaktadır.
11.02.2020 günü yapılan CHP grup toplantısında Genel Başkan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, günlerdir açıklayacağım dediği FETÖ’nün siyasî ayağını nihayet açıkladı. Kılıçdaroğlu’na göre, FETÖ’nün siyasî ayağı Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır; Devleti FETÖ’ye teslim eden O’dur. Kılıçdaroğlu, bu açıklamalarında sadece Sayın Erdoğan’dan söz etti, başka AK Parti’lileri bu potaya girdirmedi.
Tabiî ki, belli bir konuda iddiada bulunmak ayrı bir şey, bu iddianın haklı olduğunun çeşitli olgu, tutum ve söylemlerle doğrulanması ayrı bir şeydir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu iddiasını çeşitli bilgi, söylem, tutum vb. bağlamlarda tahlil etmek istiyorum.
Önce, bu ihanet şebekesinin 17-25 Aralık 2013 öncesi ve sonrasına dair bir ayrım yaparak meseleyi tahlil edeceğim.
FETÖ ihanet örgütü, sadece AK Partinin ilk iktidara geldiği 2002 yılından itibaren palazlanan bir yapı değildir. Bu ihanet örgütü, ta 1960’lı ve 1970’li yıllardan bu yana devletin ve toplumun bütün alanlarına masum görünümlü olarak sızma çabası içinde olmuştur. Bu dönemde, genellikle bu ihanet örgütüne yönelik sağ ve muhafazakâr kesimin genel bakışı, “bunların dindar oldukları, dindar insanların başkalarına zarar vermeyeceği” yönünde idi.
17-25 Aralık 2013 sonrası dönemde, özellikle 15 Temmuz sonrasında, hem MGK’nın hem de yargı organlarının kararlarıyla bu örgütün ihanet boyutu tamamen gün yüzüne çıktı. Ayrıca en büyük ihanet göstergesi, 15 Temmuz kalkışması olmuştur.
2013 öncesi dönem için sadece AK Parti’nin suçlanması kesinlikle âdil değildir. Adalet Partisi’nden, Doğruyol Partisi’ne, DSP’den Anavatan Partisi’ne, AK Parti’den MHP’ye kadar hemen hemen bütün partiler, bu yapıya, masum görünümünü esas alarak bir şekilde yardımcı olmuştur. Hatta bir dönem bu örgüt müntesiplerinin DSP’ye oy verdiği de olmuş, hatta bu parti listesinden bazı adamlarını milletvekili seçtirmiştir. Başta Rahmetli Ecevit, Özal ve Demirel olmak üzere, hemen hemen yurtdışına giden her bir siyasî liderin bu örgütün eğitim kurumlarını ziyaret ettiklerine şahit olunmuştur. Bütün bu taltif ziyaretlerinin, bu yapının ihanet boyutu bilinerek yapıldığı söylenemez. Bu vesileyle, 2013 öncesi dönem için sadece AK Parti suçlanamaz. Ayrıca, 2013 öncesi ilişkiler esas alındığında, Rahmetli Necmettin Erbakan ve Refah Partisi hariç, masum hiçbir parti bulunamaz. Bu vesileyle, FETÖ ihanet örgütü ile olan ilişkilerde belirleyici olan dönemin, ihanet boyutunun alenen uç verdiği 17-25 Aralık 2013 ve özellikle de 15 Temmuz sonrası olduğu kanaatindeyim.
Gelelim 2015 öncesine ve sonrasına. İhanet örgütü olduğu kamuoyunca da aşikâr olarak bilinir hale geldiği halde, bu yapı ile alakalı serdedilen düşüncelerin ve sergilenen tavırların, FETÖ’nün siyasî ayağının belirlenmesinde mihenk taşı olduğu kanaatindeyim.
Bu suçlamalarda ikili zıtlaşmalar, karşılıklı ithamlaşmalar mevcuttur. Bu vesileyle, siyasî ayak araştırmasında, bu zıtlaşmada yer alan AK Parti ile CHP’nin çeşitli tarihlerdeki beyan ve tutumlarını esas alarak, çok sayıda sorular da sorarak belirlemeler yapacağım.
(1) Bir soru: 15 Temmuz, bir FETÖ kalkışması, FETÖ’nün organize ettiği bir darbe teşebbüsü müdür, yoksa 15 Temmuz, bir darbe teşebbüsü değil midir? Hiçbir AK Parti’linin, 15 Temmuz’un, Fetö tarafından gerçekleştirilen hainane bir kanlı darbe kalkışması olmadığı yönünde bir beyanı yoktur. CHP Genel Başkanı ve onu izleyen diğer CHP’lilerin ısrarlı ve vurgulu beyanlarına göre ise “asıl darbe, 15 Temmuz 2016 değil, 21 Temmuz 2016’dır; 21 Temmuz, bir karşı darbe”dir.
Peki, 21 Temmuz’da ne oldu. Bu tarihte, Sayın Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, hain darbeci FETÖ örgütünün, hem devletin bünyesinden tasfiye edilmesi, hem de tekrardan bir kalkışma içerisine girmemesi amacıyla OHAL ilan etti.
Bir soru daha: FETÖ’cüler tarafından yapılan kalkışmaya, darbe ya da darbe teşebbüsü demeyip, bunlarla mücadele etmek amacıyla OHAL ilan edilmesini asıl darbe olarak görenler mi, yoksa aksini savunanlar mı FETÖ’nün siyasi ayağı tanımlamasına daha uygundur?
(2) FETÖ tarafından 15 Temmuzda gerçekleştirilen kanlı ihanet darbesi kalkışmasının üzerinden çok fazla bir süre geçmeden, önce FETÖ ihanet örgütü üyeleri tarafından bu darbe teşebbüsünün bir “kontrollü darbe; bir tiyatro” olduğu söylendi. Daha sonra, bu örgüt üyeleri ile ağız birliği etmişçesine, CHP’li yöneticiler, “bu darbenin AK Parti tarafından yönetilen kontrollü bir darbe, bir tiyatro olduğu” söylendi. AK Parti’liler ise, bunun, FETÖ tarafından Türk Milletinin iradesine karşı yapılan kanlı bir kalkışma olduğunu söylediler.
Burada şu soru aklıma takılmaktadır: “Acaba 15 Temmuz için FETÖ’cülerle aynı söylemi benimseyerek ‘15 Temmuz bir kontrollü darbedir, bir tiyatrodur’” diyenler mi, yoksa aksi yönde görüş belirtenler mi Fetö’nün siyasi ayağı tanımlamasına daha uygundur?
(3) 15 Temmuz 2016 kanlı hain darbe kalkışmasının gerçekleşmesinden çok fazla bir zaman geçmeden (28 Eylül 2016), CHP lideri Sayın Kılıçdaroğlu’nun bir açıklaması oldu ve bu açıklamayı sürekli tekrarladı. Bu açıklama şu şekildedir: “OHAL uygulamaları kapsamında bir milyona yakın mağdur var”. Partililer de bu söylemi sürekli tekrarladılar.
Bu sözün söylendiğinde, OHAL uygulamalarından etkilenenlerin tamamının sayısı yüzbini geçmez. Elbette, OHAL kapsamında yapılan uygulamalardan bazı mağdur olanlar olmuştur. Bu sayı takriben %5 ya da %10 olsun. Ben bu kadar olduğu kanaatinde de değilim, ama böyle farz edelim. Bütün aileyi kapsayacak şekilde OHAL uygulamalarından etkilenenleri belirlemek için yüzbin rakamı 10’la çarpılırsa bir milyon eder. Yüzbinin %5’i beş bin, %10’u da on bin eder. Bunlar 10 ile çarpıldığında, elli bin ya da yüzbin eder. Kılıçdaroğlu’na göre, hakkında OHAL kapsamında işlem yapılan bütün FETÖ’cüler mağdur durumdadır. Yani bir tek FETÖ’cü hakkında dahi haklı bir işlem yapılmamıştır.
Şimdi sıkı durun bir soru daha aklıma geldi: Bu tür söylemlerle FETÖ’cüleri mağdur gösterenler mi, yoksa, “bazı OHAL uygulamalarında at izi it izi birbirine karıştı” diyerek bazı mağduriyetler olduğunu kabul etmekle birlikte, Fetö’cüler için yapılan OHAL uygulamalarını bütün gücüyle savunanlar mı FETÖ’nün siyasi ayağı tanımlamasına daha uygundur?
(4) TBMM’nde, 15 Temmuz hain kanlı darbe teşebbüsünden kısa süre önce, FETÖ ihanet örgütünün Yargıtay’daki üyelerinin alt derece mahkemelere gönderilmesini öngören bir kanun (01.07.2016 Tarih ve 6723 Sayılı) çıkarıldı. CHP, hem bu kanuna şiddetle karşı çıktı, hem de bu kanunun iptali için, daha Cumhurbaşkanı tarafından Resmi Gazete’de yayımlanmadan önce AYM’ne en kısa süre içinde koşar adım iptal davası açtı.
Bir soru daha: Bu kanunu çıkaranlar mı, yoksa bu kanunun iptali için koşa adım AYM’ne iptal davası açanlar mı FETÖ’nün siyasî ayağı tanımlamasına daha uygundur?
(5) 15 Temmuz öncesi dönemde (04.03.2016) FETÖ’cü ihanet örgütünün yayın organı Zaman Gazetesi’nin de içinde bulunduğu Feza Gazetecilik AŞ’ye İstanbul 6. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından kayyum atandı. Sayın Kılıçdaroğlu “Cumhurbaşkanlığı makamının ve AKP Hükümeti’nin ihtiraslarına ve beklentilerine hizmet etmek amacıyla yargı organlarının bir kısmının aldığı kayyum kararı, medya özgürlüğüne yönelik hukukî bir ihlaldir” şeklinde yazılı bir açıklama yaparak, bu yapı ile mücadelede Zaman Gazetesi’nin yanında yer aldı. AK Parti’liler ise, bu kayyum atamasını desteklediler. Bazı CHP’li milletvekilleri destek vermek için Zaman Gazetesi binasına gittiler ve bu Gazete’nin yönetim katına polislerin girmelerine mani olmak için yoğun bir şekilde direnç gösterdiler.
Kafamda beliren bir soru daha: Bu kayyum atanması kararını destekleyenler mi, yoksa bu karara şiddetle karşı çıkanlar mı, FETÖ’nün siyasî ayağı tanımlamasına daha uygundur?
(6) Sayın Kılıçdaroğlu, Adana’da düzenlenen “Türkiye’yi Böldürmeyeceğiz” mitinginde FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanan Nazlı Ilıcak, Mehmet ve Ahmet Altan kardeşler ve Şahin Alpay’ın da aralarında bulunduğu tutuklu gazeteciler için, “Onlar şu anda hapiste, ama onlar aynı zamanda Adana meydanında, yüreklilerin bulunduğu meydanda, cumhuriyete, demokrasiye sahip çıkan meydanda, Mustafa Kemal’in meydanında onlar şimdi” ifadelerini kullandı ve bunları hararetle meydandaki partililere alkışlattı.
Bu bağlamda şu söylenebilir: “Bu kişiler o zaman sadece sanık idiler, suçlulukları mahkeme kararı ile sabit değildi; bu sebeple masumdular”. Bu söz doğrudur. Fakat bu kişiler, her ne kadar kesin olarak suçlu değillerse de, mutlak olarak suçlu olmadıkları da söylenemez. Bunlar hakkında yapılan itham, FETÖ terör örgütü ile ilişki kapsamında suçluluktur. Burada, sanki bu gazeteciler mutlak olarak masum imişler gibi bir tutum sergilenmiştir.
Sıkı durun bir soru daha: Üzerlerine FETÖ ile ilişkili suçlama isnat edilen bu kişileri mutlak suçsuzmuş gibi benimseyerek kalabalıklara alkışlatanlar mı, yoksa mahkemelerin bu kişiler hakkında verdiği tutuklama kararını, bir mahkeme kararı olarak kabul ederek CHP gibi tepki vermeyenler mi FETÖ’nün siyasî ayağı tanımlamasına daha uygundur?
(7) 15 Temmuz ihanet kalkışması, Sayın Erdoğan’a karşı yapılıyor, Erdoğan’ın kaldığı otele baskın düzenleniyor, Sayın Erdoğan bu baskın mahallinden kısa süre önce uzaklaşarak baskından kurtuluyor. Sayın Kılıçdaroğlu ise FETÖ’cü darbecilerin himayesinde kameralara poz vererek uygun mekâna gitmesine izin veriliyor. O da, uygun mekânda kahvesini yudumlayarak televizyondan hadiseleri izliyor.
Aklıma üşüşen sorular bir türlü bitmiyor. Bir daha soruyorum: FETÖ’cü darbeciler tarafından kendisinin uygun mekâna gitmesine izin verilen kişi mi, yoksa FETÖ’cü darbecilerin hayatına kastettiği kişi mi FETÖ’nün siyasî ayağı tanımlamasına daha uygundur?
(8) 2010 yılında CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal hakkında kaset kumpası kuruldu. Bu kumpas üzerine, Baykal genel başkanlıktan istifa etti. Kılıçdaroğlu, önce CHP genel başkanlığına aday olmayacağım dediği halde, kısa süre sonra, 22.05.2010 günü yapılacak Olağan Kurultayda CHP genel başkanlığına aday olacağını ilan etti. Sayın Baykal’a kurulan kaset kumpasını soruşturan savcı FETÖ’den ihraç edildi. Kılıçdaroğlu FETÖ tetikçisi bu savcının görevden alınmasına şiddetle karşı çıktı. Kılıçdaroğlu’nun bu usulle CHP genel başkanlığına gelmesi, FETÖ ile olan ilişkilerde ne kadar masum olabilir?
(9) Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı döneminde, CHP eski milletvekili Birgül Ayman Güler, “her ne kadar parti yönetimimiz inkâr etse de, çok açık olarak 30 Mart seçimlerinde CHP’nin FETÖ ile ittifak yaptığını” söyledi. Benzer şekilde, CHP eski milletvekili Yılmaz Ateş, “CHP FETÖ’ye teslim oldu” sözleri nedeniyle partisinden ihraç edildi. Sayın Güler ve Ateş, bu sözleri niçin söylediler, bu sözlerde haklılık payı var mıydı, bu konularda hiçbir araştırma yapılmadı.
Soruyorum, bu sözlerin üzeri neden örtüldü? Bu tutumların, yukarıda sıraladığım olaylarla bütünlük içerisinde CHP-FETÖ ilişkileri açısından hiçbir manası yok mudur?
(10) 2013 yılında Fetö’nün en büyük faaliyet alanı olan dershanelerin kapatılması yönünde çabalara girişildi. Daha sonra, 01.03.2014 Tarih ve 6528 Sayılı Kanunla dershaneler kapatıldı. Maksat, Fetö’nün en büyük etkinlik alanını etkisiz hale getirmekti. Bazı CHP’li milletvekilleri “dershaneler kapatılırsa eğitimde sorunlar büyür” yönünde beyanlarda bulundular. CHP, sadece bu açıklama ile de yetinmedi, dershanelerin kapatılmasıyla ilgili kanunu, FETÖ’nün de talebine uygun şekilde derhal AYM’ne taşıdı.
Bu tutumlar sebebiyle bir soru daha aklıma takıldı: FETÖ’nün dershanelerine kilit vurarak en büyük etkinlik alanını ortaya kaldırmaya çalışanlar mı, yoksa FETÖ’nün dershanelerine kilit vurarak en büyük etkinlik alanını ortaya kaldırmayı amaçlayan kanunu AYM’nin önüne taşıyanlar mı FETÖ’nün siyasî ayağı tanımlamasına daha uygundur?
(11) 2015 yılında MİT TIR’ları, kanunlara aykırı bir şekilde FETÖ’cü savcıların yönetiminde durduruldu. Verilen mesaj şu yönde idi: “Bu TIR’larda mevcut olan ağır silahlar, bir terör örgütü olan DEAŞ’a gönderilmektedir”. Bu resmî kılıflı operasyonla sağlanmak istenen de şu idi: “Türkiye’nin Suriye’deki radikal gruplara silah gönderen bir ülke gibi gösterilerek, uluslararası müdahaleye açık hale getirilmesi”. FETÖ’nün tüm unsurları ile birlikte CHP yönetimi de, bu olaya adeta dört elle sarıldı. Kılıçdaroğlu, bu kumpası, “savcının görevi bu değil mi” diye savundu.
Bu bağlamda bir soru daha sormak isterim: “Bu kumpas dayanışmasının, FETÖ’nün siyasî ayağını deşifre etmek noktasından hiçbir anlamı yok mudur?”.
(12) Sayın Kılıçdaroğlu, 15.06.2017 günü başlayıp 08.07.2017 günü İstanbul’da tamamlanan Adalet yürüyüşünü gerçekleştirdi. Bu yürüyüşün amacı, CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasını protesto etmekti. Bu yürüyüşe, HDP’liler yanında FETÖ’cüler de iştirak ettiler. Yürüyüşe, özellikle 15 Temmuz darbe teşebbüsünde aktif rol aldıkları gerekçesi ile tutuklu bulunan askerlerin aileleri de katıldılar. Bu destek, gizli saklı değil, hem de ekranlarda göstere göstere, Kılıçdaroğlu’nun bilgisi dâhilinde gerçekleşti.
Herhalde, FETÖ’nün siyasî ayağının belirlenmesinde, bu yürüyüşte boy gösteren FETÖ desteğine dair karelerin de belirleyici olacağı gün gibi aşikârdır.
(13) Kılıçdaroğlu, hem adalet yürüyüşünde, hem de Habertürk TV canlı yayınında Ece Üner’in programında, 15 Temmuz’da öldürülen darbeci askerlerin haklarını savunacağını ilan etti. Her ne kadar, burada, “rütbesiz bir askerin günahı nedir?” diye sorduktan sonra “köprüde linç edilen askerlerin hakları savunulmalı” diyerek, masum görünümlü bir beyanda bulunmuş ise de, bu açıklamada, 15 Temmuz şehitler köprüsünde darbeci unsurlar tarafından katledilen şehitler yerine, bu hengamede darbeci cenahta öldürülen askerlerin haklarının savunulması, Kılıçdaroğlu’nun bir tercihini yansıtmaktadır. Bu tercih, 15 Temmuz ihanet kalkışmasında şehit olanların haklarının savunulması yönünde değil, maalesef tam aksi yönde olmuştur.
Bu bağlamda önemli bir soru daha aklıma takıldı: “Kılıçdaroğlu’nun, bu ihanet kalkışmasında şehit olanlara yönelik beyanlarda bulunmak yerine, darbeci cenahta yer alan ve bu kalkışma esnasında ölen askerlerin haklarını savunmaya soyunması, FETÖ’nün siyasî ayağı hakkında hiç bir ipucu vermiyor mu?”.
(14) FETÖ’cüler, 2013 yılından önce, AK Parti de dâhil olmak üzere birçok partiye oy verdiler. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra ise CHP’ye oy verdiler.
Bu bağlamda aklıma üşüşen bir soru da şudur: “Bu ihanet şebekesinin, gerçek yüzü ortaya çıkmadan önce (2013 öncesi) oy verdiği partiler mi, yoksa FETÖ tehlikesi ayyuka çıktıktan, terör örgütü olduğu %100 anlaşıldıktan sonra bu yapı mensuplarının tüm güçleri ve imkânlarıyla desteklediği partiler mi FETÖ’nün siyasî ayağı tanımlamasına daha uygundur?”.
(15) Kılıçdaroğlu’nun hükümet bylock’ta yer alanların listeleri niçin açıklamıyor diye? Diye feveran ediyor. Bu listenin niçin açıklanmadığı ayrı bir makale konusu. Ben burada deşifre olan bir Bylock konuşmasına yer vereceğim. FETÖ ihanet örgütünün iki üst düzey elemanı; Salih Yaylacı ve Ekrem Tufan Aytav. Bunların Bylock üzerinden kayyum konusunda CHP'nin AYM üzerinde baskı yapması yönünde telkinleri konuşuyor:
- “AYM’de görülen kayyum konusunda tanıdık var mı?” diye Ali Fuat sordu bana. Aytav: Bir şeyler yapabilirim ama aradaki adamlardan kurtulmak lazım.
- Aynı konuyla ilgili ayrıca Kılıçdaroğlu ile de görüştüm. AYM’ye onlar da bu konuda baskı yapacaklar.
Bu konuda sorulacak soru şu: “Devletin resmi kurumları tarafından deşifre edilen bu konuşmalar, FETÖ’nün siyasî ayağı ile alakalı bir ipucu vermiyor mu?”
Bu sorular daha da çoğaltılabilir. Ben en belli başlılarına burada yer verdim.
Bu izahatlara rağmen hala FETÖ’nin siyasî ayağının Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olduğunu söylemenin, yukarıda izah edilen somut bilgi, ifade ve tutumlarla %100 çelişir olduğu kanaatindeyim.
Peki, FETÖ’nün siyasî ayağının kapsamına kimler girmektedir? Ben bu soruların cevabını, yapılan bütün bu izahatlar neticesinde okurlarımın feraset ve takdirine bırakıyorum.
Peki, yargı siyasî ayağı deşifre etmek için, niye bunların üzerine gitmiyor?
El cevap: “Hele Cumhuriyet savcıları, burada izah edilen olgular bağlamında bazı üst düzey partililerin üzerine gitsin”. İşte o zaman “diktatör, yargı Erdoğan’ım emrinde, yargı bağımsızlığı sıfır, bu hükümet meşruiyetini kaybetti, muhalefeti FETÖ’cü yaftası ile yok etmek istiyor” feryatları ortalığı inletecektir. Bunun en bariz misalini, CHP milletvekili Enis Berberoğlu hakkında verilen tutuklama kararı üzerine Kılıçdaroğlu tarafından gerçekleştirilen FETÖ’cülerin de iştirak ettiği masumiyeti şaibeli “sözde adalet yürüyüşü” teşkil etmektedir.
Harici güçler de derhal bunlar için destek vaziyetini almaktan kaçınmayacaklardır. Çünkü ne ABD, ne de diğer Batılı güçler, FETÖ’nün tasfiyesini kesinlikle kabul etmiyorlar. Bu güçler, hem FETÖ ihanet örgütünü kolluyorlar, hem de Türkiye’nin bu örgüte yönelik müdahalelerini engellemeye çalışıyorlardır. En azından Türkiye’nin haklı iade taleplerinin hiçbirisine olumlu cevap vermiyorlar. Yargı mercileri, sadece sınırlı sayıda CHP’li bazı siyasî ayaklar hakkında takibat yapmakla yetinmektedir.