Gerek İstanbul’da kaldığım, gerekse ara ara gittiğim dönemlerde, muhtelif kereler Ayasofya’yı ziyaret ettim. Bu ziyaretlerimde hep içim burkuldu, ruhum derinden yaralandı. Hep “aaah aah ah, acaba ne zaman, bu hüzünlü, ruhumu derinden sarsan, kalbimi paralayan günler geride kalacak” diyerek Ayasofya’nın camiye dönüşeceği günleri hasretle bekledim ve sadece o günkü halini değil, cami olacağı günleri hayal ederek, bu ziyaretlerimden haz aldım.
Ayasofya hasretini ve derin gönül yarasını, Arif Nihat Asya şu mısralarla ifade etmiş:
Ulu mabed, neye hicrana büründün böyle,
Fatih’in devrini bir nebzecik olsun söyle!
Beş vakit loşluğunda saf saftık,
Davetin vardı dün ezanlarda,
Seni ey mabedim utansınlar,
Kapayanlar da, açmayanlar da!
İşte hasretle gelmesini beklediğimiz o kutsi gün (24 Temmuz 2020 Cuma) geldi çattı.
Bu sebeple 24 Nisan Cuma, önceki günlerden çoook ama çooook farklı yepyeni bir gün. Bu gün, yıllarca hasretle açılışını, kavuşmayı beklediğimiz ulu mabede vuslat günü.
Bu günde, yüzbinlerle (350.000) birlikte, coşkulu bir ruhla, Cuma namazını, kendimizi Kabe-i Muazzama’nın huzurundaymış gibi hissederek eda ettik. İnsan, bu mekânda tattığı ruh hazzını, belki de ancak Harem-i Şerifte, Mescid-i Nebevide kıldığı namazlarda alabilir.
Ayasofya-İ Kebir İstanbul’daki camilerin tamamından çok farklıdır. Ayasofya-i Kebir hariç, hiçbir cami, İstanbul’un fethini sembolize etmiyor; ne Süleymaniye, ne Sultanahmet.
Osman Yüksel Serdengeçti Ayasofya için “Ey İslam’ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya! Şerefelerinde fethin, Fatih’in şerefi” demişti. İşte Ayasofya’nın cami olarak açılışı, Şehamet-i imaniye’nin şahlanışı, İstanbul’un ikinci kere fethi manasının yeniden tahakkuk etmesidir. Bu sebepledir ki, Ayasofya Camii, İstanbul’un fethine eşdeğerde bir mabettir; İstanbul’un fethi ne ise Ayasofya da odur. Bu manayı, ancak bilenler takdir eder.
Ayasofya, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in (ASM):
“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur” hadis-i şerifine mazhariyetin de bir sembolüdür, mührüdür.
Bir çağ kapatıp yerine yeni bir çağ açan Fatih Sultan Mehmet Han, boşu boşuna Ayasofya Camiini ebedileştiren vakfiyeyi oluşturmamıştır. Bu ulu mabed, Fatih Sultan Mehmet’in kendinden sonra gelenlere bir emaneti idi; bu emanet, 86 yıl önce mecraından uzaklaştırılmıştı. İşte bu gün, bu emanet, tekrardan layık olduğu yere rücu etti.
24 Temmuzda, 86 yıl önce konulan virgül kaldırılmış, Ayasofya’ya vurulan zincirler kırılmış oldu. Artık bütün zincirlerini kıran Ayasofya, kıyamete kadar hürdür.
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi bütün ehli imanın aşkı idi. Bu, mecazi değil, hakiki sarsılmaz bir aşktı. Yıllarca âşıklar, maşukunu aradılar durdular. İşte 24 Temmuzda, âşıklar maşukuna kavuştular.
Ayasofya’nın açılışı, bütün ehl-i iman için, manevi inkişafata mani olan zincirlerin kırılmasını sembolize eden yeni bir manevi milat hükmündedir.
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerif’indeki ilk Cuma Namazına bütün Dünya devletlerindeki Müslümanlardan katılım oldu. Ben bulunduğum mekanda, Mekke’den, Sudan’dan, Yemen’den, Bangladeş’ten, Somali’den, Azarbaycan’dan, Almanya’dan, Fransa’dan hatta Srilanka’dan bu tarihi Cuma Namazına katılanlara rastladım. Srilanka’dan katılan kişi daha önceden Budist imiş, Abdülkerim ismini alarak yeni Müslüman olmuş. Bazıları ile Prof. Dr. Ensar Nişancı ile birlikte epeyce sohbet etmek imkanı da bulduk.
Ayasofya, bütün âlem-i İslam’ın kalbi mesabesinde olduğu için, ilk Cuma namazı, sadece Türkiye’de değil, bütün Âlem-i İslam’da coşkuya, sevince vesile oldu. Sanki bu coşku zemininde ehl-i imanın gönüllerinde arş-ı alaya ulaşan bir bayram, bir şehrâyîn havası oluştu.
Asırlardır Cami olarak işlev gören Kurtuba Camiinin Kiliseye çevrilmesine sesini çıkarmayanlar, “Batılılar nezdinde imajımız kötüleşmesin”, “dinler arasında gerilimler yaşanmasın”, “bu büyük müşterek insanlık değeri zarar görmesin” gibi bazı masum görünümlü hasis gerekçelerle, Ayasofya’nın camiye çevrilmesine hiç itiraz etmesinler. Artık bugün bu söyledikleri gerekçelerin hiçbir manası kalmamıştır.
Ehl-i salipten gelen tepkiler, yeni Bizans hayali taşımalarının bir tezahürüdür. Ellerinden gelse hem İstanbul’u almak, hem de Ayasofya’yı tekrardan kiliseye çevirmek isteyeceklerdir. Ama artık o hayalleri de yandı, bitti, kül oldu.
Ayasofya’yı kapalı tutmak, Fatih Sultan Mehmet Han’ın “her kim benim bu mâbedimi camilikten çıkarıp başka bir şeye çevirirse; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun! Onlar, hiç hafiflemeyen bir azâbın içinde kalsınlar! Öyle ki, yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiç kimse bulunmasın” şeklindeki lanetinin devam etmesi demekti. Ayasofya’nın Camiye çevrilmesi neticesinde, artık bu büyük lanet de kalkmış oldu.
Ayasofya’nın açılması için bazı kereler teşebbüslerde bulunuldu. Aslında, Ayasofya’yı müze haline getiren Kararname, Anayasaya, Borçlar ve Vakıflar Kanunlarına ve mabedlerin başka maksatlarla kullanılamayacağını emreden 6570 sayılı kanuna açıkça aykırıydı. Ama gel gör ki, Demokrat Parti iktidarı dönemine gelinceye kadar, Ayasofya’nın, bu aykırılık sebebiyle camiye dönüştürülmesi konusu hiçbir şekilde gündeme getirilemedi.
Demokrat Parti hükümeti iktidara geldikten sonra Ayasofya’yı ibadete açmayı bir ara düşündü. Milliyetçiler Cemiyeti bunu müdafaa edenlerin başında geliyordu. Komünizmle Mücadele Derneği’nin aktivist üyelerinden Avukat Bekir Berk, hükümete yönelik yazdığı bir mektupta “Ayasofya’nın bu hâline yalnızca Yunanlıların sevineceğini” söylediği için, laikliğe aykırı davrandığı gerekçesi ile hakkında dava açıldı; çıkarmakta olduğu mecmua da kapatıldı.
“Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Camii” şeklindeki ifadelerle, Ayasofya’nın Türk Milleti nezdinde haiz olduğu manevi kıymeti vurgulayan Bediüzzaman Hazretleri de, Ayasofya’nın Camiye çevrilmesinin ehemmiyetini, 1950’li yıllarda dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e gönderdiği bir mektupta şu şekilde ifade etmiştir:
Ezan-ı Muhammedî’nin (ASM) neşriyle, Demokratlar, on derece kuvvet bulduğu gibi; Ayasofya’yı, beşyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmekle Âlem-i İslâm’ın teveccühünü kazanacaklardır.
Fakat o yıllarda NATO’ya girme hesapları yapan Demokrat Parti Hükümeti, Yunanistan’ı gücendirmekten çekindiği için, bu mesele üzerine fazla gidememiştir.
Ayasofya’nın Hünkâr Mahfili kısmı, 8 Ağustos 1980’de Başbakan Süleyman Demirel tarafından ibadete açıldı ve Ayasofya’da tekrar ezanlar okunmaya başladı. Fakat 12 Eylül’den sonra tekrardan eskiye dönüldü. 1992’de Başbakan Yıldırım Akbulut Hünkâr Mahfili’ni tekrar ibadete açtı; tamamını açmayı da va’detti, fakat görev süresi yetmedi. 2000’li yıllarda bir dernek, bu Kararnamenin iptali için başbakanlığa müracaat etti. Bu müracaata yazılı cevap verilmeyince, bu dernek, Danıştay’a dava açtı, dava reddedildi.
Peki, Ayasofya kıyamete kadar hep böyle mi kalacaktı?
Bu sorunun cevabı, bundan 50-60-70 seneler önceki yıllarda, Ayasofya’nın açılışını hasretle bekleyenlere yönelik şu müjdeli açıklamalarla verilmiştir.
Üstad Merhum Necip Fazıl Kısakürek, 55 yıl önce Ayasofya’nın açılışını, yani 24 Temmuz Cuma gününü müjdeleyen şu hasret ve duygu yüklü açıklamaları yapmıştır:
Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem!
Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk’ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.
Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek...
Ayasofya’nın açılacağı tarihi günü müjdeleyen bir diğer büyük şahsiyet de Osman Yüksel Serdengeçti’dir. O da bu ulu mabedin açılışını şu şekilde müjdelemekte idi:
Putperest Roma’ya yeni bir mezar kazacaklar, sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan sesleri fezaları yeniden inletecek! Şerefelerin yine Allah’ın ve O’nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed’in aşkına, şerefine ışıl ışıl yanacak; bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi sanacak!...
Bu olacak Ayasofya,
Bu muhakkak olacak...
İkinci bir fetih, yine bir ba’sü ba’delmevt...
Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,
Ayasofya, belki yarından da yakın!...
İşte Üstad Necip Fazıl’ın, Osman Yüksel’in kendileri göremeseler de, müjdesini verdikleri gün bu gündür. Bu merhum şahsiyetler bu günü çıplak dünya gözleri ile görmeyi kim bilir ne kadar isterlerdi. Ama ehl-i iman insanlar, Allah’ın lütfu ile âlem-i berzahtan da bu bayramı seyredebilirler. Ve eminim bu büyük maneviyat insanları alem-i berzahtan da olsa bu muhteşem şöleni, şehrâyîni kabrin arkasından seyrettiler ve tarifsiz manevi hazlar aldılar.
Ey yiğit insan Osman Yüksel Serdengeçti, hani bir zamanlar hasretle ve bütün ruhun hüzün dolu olarak Ayasofya için şunları söylemiştin:
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta maveradan gelen ezanlar?...
Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?...
Ayasofya ses vermiyor,
Ayasofya bir hoş,
Ayasofya bomboş!..
Ey Serdengeçti, hasretini çektiğin gün geldi. Maveradan gelen ezan sesleri ta arş-ı âlaya yükseliyor. Artık Ayasofya bir hoş, bomboş değil; artık Ayasofya tıklım tıklım dolu.
Yunanistan palikaryaları ne tepki verirlerse versinler, artık hiçbir etkinliği yoktur. Onlar orada ne derlerse desinler, bu gün bizim bayramımızdır. Artık bundan sonra constatinopolis hayali de, enosis planları da, cehennemin dibine kadar yuvarlanmıştır.
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi, Türkiye’nin küresel ölçekte haiz olduğu gücünün de tescillenmesi manasına gelmektedir. Artık bu büyük hadiseye, bazı ehl-i salip çevreler, hiçbir neticesi olmayan kıytırıktan tepkiler vermenin ötesinde bir etkinlik ortaya koyamamışlardır.