2017 yılında kabul edilen Anayasa değişikliği ile Türkiye’de hükümet sisteminde esaslı değişiklikler oldu. Bu, Cumhuriyet tarihi boyunca sivil yönetimler döneminde gerçekleştirilen en kapsamlı ve esaslı anayasa değişikliğidir. Bu değişiklikle parlamenter sistemden, başkanlık (cumhurbaşkanlığı) hükümet sistemine geçilmiştir.
Anayasa değişikliğinde yer alan hükümlerden biri de seçilecek cumhurbaşkanı ile partiler arasındaki ilişki ile ilgilidir.
2017 Anayasa değişikliği ile, Anayasanın ilk metninde yer alan, “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir (md. 101/4)” hükmü anayasadan çıkarılarak, partili cumhurbaşkanlığının yolu aralanmış oldu.
Bu değişiklikle aslında cumhurbaşkanlarının mutlaka partili olması öngörülmüyor; sadece partili olabilmelerinin yolu aralanmış oluyor. Yeni duruma göre, cumhurbaşkanı seçilen kişi ile partiler arasındaki ilişkiler yönünden üç muhtemel durum ortaya çıkmıştır.
(1) Hiçbir siyasi partinin üyesi olmayan cumhurbaşkanı;
(2) Belli bir siyasi parti ile formel üyelik ilişkisi bulunan partili cumhurbaşkanı;
(3) Formel olarak bir siyasi partinin üyesi ve genel başkanı olan partili cumhurbaşkanı.
AK Parti’nin kurucu genel başkanı olan ve 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçildikten sonra AK Parti ile üyelik ilişkisi sona eren Recep Tayyip Erdoğan, bu anayasa değişikliğinin kabulünden sonra 2 Mayıs 2017 günü tekrardan AK Parti’ye üye oldu. Daha sonra 21 Mayıs 2017 günü yapılan 3. Olağanüstü Kongrede AK Parti Genel Başkanlığına seçildi. Bu şekilde Türkiye’de hukuken ve fiilen partili cumhurbaşkanlığı pratiği yaşanmaya başladı.
Partili Cumhurbaşkanına İtirazlar
Yeni hükümet sisteminin benimsenmesi ile birlikte, özellikle muhalefet partileri Cumhurbaşkanının partili olmasına yönelik şiddetli eleştiriler getiriyorlar. Bu eleştirilere göre, yeni sistemin en arızalı yönü Cumhurbaşkanının partili olmasıdır.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na göre, “taraflı cumhurbaşkanı olmaz. İki takım futbol maçı yapacaklar, maçı tarafsız hakem yönetir. Bir bakıyorsunuz ‘tarafsız hakem yönetmesin, bizim takımın kaptanı yönetsin’ deniliyor. Bu maç adil, adaletli bir maç olamaz”.
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e göre, “Türkiye, partili cumhurbaşkanlığı sistemini daha fazla taşıyamaz”.
Diğer muhalefet partileri de benzer eleştiriler getirmektedirler.
Partili Cumhurbaşkanlığına yönelik eleştirilerin bütününe bakıldığında, özet olarak şunların söylendiği görülmektedir:
“Cumhurbaşkanının belli bir partinin üyesi ve genel başkanı olması, onun tarafsızlığı ile çelişecektir. Partisiz ve tarafsız cumhurbaşkanının bir yığın faziletleri mevcuttur. Belli bir partiyi temsil eden Cumhurbaşkanı, taraflı kimliği ile devletin ve milletin birlik ve bütünlüğünü temsil edemez. Bu kişi, Türkiye’nin değil, sadece belli bir parti tabanının Cumhurbaşkanı olacaktır”.
Getirilen Eleştirilere İlişkin Değerlendirmeler
Bu eleştirilerin, hem başkanlık (cumhurbaşkanlığı) sisteminin tabiatı ile hem de dünyadaki örnek uygulamalarla uyumlu olduğu söylenemez. Hatta Cumhurbaşkanının sembolik yetkilere sahip olmasını öngören parlamenter sistemin benimsendiği 1961 Anayasası ile Cumhurbaşkanının nispeten güçlendirildiği 1982 Anayasası’nda yer alan “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir (md. 101/4)” hükmü, parlamenter sistemin uygulandığı ülkelerdeki anayasal hükümlerle uyumlu değildir. Şöyle ki;
Batı’daki pratikler
Parlamenter sistemlerde Cumhurbaşkanı, siyasi etkinliği olmayan, sembolik yetkilere sahip bir kişidir. Siyasi etkinliğinin olmayışı, onun ilk bakışta siyasi olarak tarafsız olmasının gerekli olduğu yönünde bir izlenim vermiş, bu yönde bir beklenti ortaya çıkarmış olabilir. Çünkü o, belli bir siyasi politikanın tatbik edicisi konumunda bir kişi değildir.
Fakat Batı’daki anayasal hükümler, hiç de bu beklenti ve izlenimle uyumlu değildir. Batıda parlamenter sisteminin uygulandığı ülkelerin anayasalarında, Cumhurbaşkanlarının belli bir siyasi parti üyesi olmasını yasaklayan bir hükme rastlanmaz. Almanya, Avusturya, İtalya, İrlanda, Yunanistan gibi bazı ülkelerin anayasalarında, cumhurbaşkanlığı görevi ile bağdaşmazlık arz eden konuların düzenlendiği hükümlerde, her ne kadar cumhurbaşkanının parlamento üyesi olmasını veya gelir sağlayıcı bir kamusal veya özel kurum ve kuruluşlarda görev almalarını men eden hükümler mevcut ise de, bunların hiçbirinde cumhurbaşkanının parti üyesi olmasını yasaklayan bir hüküm yoktur.
Parlamenter sistemin uygulandığı ülkelerin birçoğunda devlet başkanları siyasi etkinliğe sahip değilseler de, onların fiiliyatta siyasi etkinliğe sahip olmalarını önleyecek bir anayasal hüküm de yoktur. Bu ülkelerde devlet başkanlarının sembolikliği büyük ölçüde fiili uygulamalarla, devlet başkanlarının siyasi etkinlikte bulunmamalarıyla alakalıdır.
Kaldı ki, parlamenter sistemlerde de Cumhurbaşkanlarının birçoğu siyasi kimliği olan kişilerdir. Bu kişilerin, partili üyelerden teşekkül eden ve siyasi bir organ olan parlamento tarafından seçilmeleri ve çoğu kereler cumhurbaşkanlarının daha önce belli bir partiye üye olmaları, bir kısmının belli bir partinin genel başkanı olması, onların belli bir siyasi eğilime sahip olmalarını mümkün kılmaktadır.
Bütün bunları, demokratik siyasi hayatın tabii akışının bir gereği olarak görmek gerekir. Bir kişi bir partiye mensup, hatta onun genel başkanı ise, Cumhurbaşkanı olduktan sonra onun fiilen bu siyasi kimlikten uzak kalmasını beklemek, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Hatta bizim siyasî tarihimizde, partili cumhurbaşkanı uygulamaları da mevcuttur. İlk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, aynı zamanda CHP Genel Başkanı idi. Benzer şekilde İsmet İnönü de, hem CHP genel Başkanı hem de cumhurbaşkanı idi. 1950-1960 arası dönemde Cumhurbaşkanlığı yapan Celal Bayar, anayasal hükümler sebebiyle değil de, siyasi bir tercih olarak Demokrat Parti Genel Başkanlığını bırakmıştır. Ama Cumhurbaşkanlığı görevini icra ederken sürekli Demokrat Partili kimliği baskın olarak öne çıkmıştır.
Başkanlık Sistemlerinde Başkan-Parti İlişkisi
Cumhurbaşkanının siyasi etkinliğinin minimum olduğu parlamenter sistemlerde, Cumhurbaşkanının belli bir siyasi parti ile ilişkisini sürdürmesi men edilmediği halde, başkanlık sisteminde, yürütmenin başı ve sahibi olan, hem başbakanlık, hem de devlet başkanlığı sıfatlarını birlikte bünyesinde toplayan, belli bir siyasi politikanın aktif uygulayıcısı konumunda olan Cumhurbaşkanının mutlaka partisiz olması gerektiğini söylemek, bu sistemin tabiatı ile esaslı bir şekilde çelişir. Nitekim dünyadaki pratikler de bu yöndedir.
Başkanlık sistemlerinde başkanın (Türkiye’de Cumhurbaşkanı) yetkileri en üst düzeye çıkmaktadır. Başkan, parlamenter sistemlerdeki hem Cumhurbaşkanının, hem de başbakan ve hükümetin yetkilerinin tamamına sahiptir. Türkiye’deki sistemde Cumhurbaşkanı, siyasi yetki ve etkinliği en üst düzeyde olan kişi olarak, hükümet politikalarını belirleme ve uygulama yetkilerini haizdir.
Diğer yandan Cumhurbaşkanının seçim kampanyalarını yürütebilmesi, yaygın bir teşkilat yapılanmasının faaliyetlerini lüzumlu kılar. Nitekim bu zorunluluk sebebiyledir ki, başkanlık sisteminin uygulandığı ülkelerin birçoğunda başkanlar formel olarak belli bir parti ile üyelik ilişkilerini sürdürebilmektedir.
Mesela başkanlık sisteminin uygulandığı ABD’de başkanın partisi ile ilişkisini kesmesini öngören bir anayasa ya da kanun hükmü yoktur. Anayasal olarak, partili başkanlık için müsait bir sistem söz konusu. Bu ülkede başkanın, Türkiye’dekine benzer şekilde genel başkan olmasa da, partisi ile formel ilişkisi devam etmektedir. Başkan adayı, başkanlık seçimi öncesi evrede, parti teşkilatlarının tabanından süzüle süzüle seçilerek geldiği için, partisinden kopması imkânsızdır. Bu vesileyle ABD’de partisiz bir başkan uygulaması hiç olmamıştır.
Keza, Brezilya’da, anayasaya göre, başkanlık seçimlerinde başkanlığa aday olacak kişi mutlaka bir siyasi parti adına aday gösterilir. Bu ülkede de başkanın partisinden bağlarını kopararak görev yapması mümkün görünmüyor.
Başkanlık sisteminin tatbik edildiği Güney Kore ve Arjantin Anayasalarında, her ne kadar Başkan seçilen kişinin seçildikten sonra partisi ile resmi bağını ortadan kaldırmasını öngören amir hükümler mevcut ise de, bu ülkelerde, tarihi olarak güçlü siyasi geleneklere ve parti yapılanmalarına sahip olmalarının pratik bir neticesi olarak, fiiliyatta başkan ile partisi arasındaki ilişkiler farklı şekillerde de olsa güçlü bir şekilde fiili pratikler olarak devam etmektedir. Bu sebepledir ki, Anayasalarındaki bu hükümlerin fiiliyatta uygulanırlığının sağlanabilmesi mümkün olamamaktadır.
Cumhurbaşkanının Tarafsızlığı Meselesi
Halk tarafından doğrudan seçilen, belli bir siyasi tabanı olan, belli bir siyasi politikayı tatbik eden, parlamenter sistemlerdeki siyasi kimliğe sahip olan başbakanların rollerini de üstelenen devlet başkanının (Türkiye’de cumhurbaşkanı) siyasi yönden mutlaka tarafsız olması gerektiği yönündeki iddialara gelince.
Başkanlık sistemlerinde Başkan’ın esasen çift kimliği vardır.
Birincisi, başkanın parlamenter sistemlerdeki Başbakanın sahip olduğu bütün yetki ve pozisyonlara sahip olmasıdır. Başkanın, bu pozisyonu itibariyle, en az başbakan kadar siyasi bir politikası ve tarafı mevcuttur. Parlamenter sistemlerdeki başbakanın siyasi taraflılığını eleştirmeyip başkanlık sisteminde başkanın siyasi taraflılığını eleştirmek tutarsızdır. Belli bir partinin genel başkanı olan başbakanın siyasi olarak tarafsız olması gerektiğini savunmak ne kadar yersiz ve gerçekliklerle uyumlu değilse, benzer durum başkan için de söz konusudur.
İkincisi, devlet başkanlığı pozisyonudur. Başkan, bu pozisyonu itibariyle tarafsızdır. Bu pozisyon aslında sadece devlet başkanı için değil, başbakan, belediye başkanları vb.’leri için de söz konusudur. Bu bağlamda, tarafsızlık, bu pozisyonlarda bulunan kişilerin kamu hizmetlerinin icrasında tarafsız olmalarını gerektirir.
Mesela bir belediye başkanı hangi partiye üye olursa olsun, hizmetleri sunarken sadece üyesi olduğu partililere hizmet sunup diğerlerine hizmetleri sunmaktan kaçınamaz. Mesela, CHP’li bir belediye başkanı siyasi olarak taraflıdır, ama sadece kendi partisine mensup kişilere su şebekesi döşeyip diğer partili kişileri bu hizmetten mahrum edemez, aksi takdirde tarafsızlığı zedelenir. Yani, “ben başkanlığım döneminde sadece CHP’lilere su veririm, diğer partililer susuzluktan gebersin” diyemez. Benzer durum sair partili belediye başkanları için de söz konusudur. Bu sebeple, siyasi taraflılık, kamu hizmetlerinin de mutlaka taraflılık içinde yerine getirilmesini gerektirmez.
Benzer şekilde, başbakan da, kamu politikalarını uygularken, partilerin üyeleri arasında bir ayırım yapamaz. Cumhurbaşkanı da, her ne kadar belli bir partinin üyesi olsa da, kamu politikalarının uygulanmasında tarafsız olmak durumundadır.
Türkiye’deki uygulamalar, bu gerekliliklerle uyumsuz değildir. Bu yönden, ABD başkanı ile Türkiye’deki Cumhurbaşkanı arasında herhangi bir fark yoktur.
Bu vesileyle bu iki pozisyonun karıştırılmaması gerekir. Bu iki pozisyonun karıştırılması, değerlendirmelerde karmaşalara sebep olabilecektir.
Siyasi gerçekliklerin zorlanması
Türkiye’de 2017 Anayasa değişikliği ile benimsenen başkanlık sistemi ile uyumlu olarak Cumhurbaşkanının belli bir partinin üyesi ve genel başkanı olması, hem Batı’daki uygulamalarla, hem bu sistemin tabiatı ve temel mantığı ile hem demokratik ilkelerle, hem de Türkiye’deki siyasi kültürel gerçekliklerle uyumludur. Aksi yöndeki bir anayasal düzenleme, siyasi gerçekliklerin zorlanması, tabiri caizse suyun yokuş yukarı akıtılmaya çalışılması, Cumhurbaşkanlarının anayasal hükümlere aykırı bir şekilde daha önce üyesi olduğu partisi ile olan ilişkilerini informel olarak sürdürmeye zorlanması neticesini ortaya çıkaracaktır.
Bütün bu sebeplerle, Türkiye’de partili cumhurbaşkanlığı yolunun açılmış olmasıyla, formel ve informel olarak anayasa ile uyumlu bir düzenin kurulması mümkün hale gelmiş olmaktadır. Bu durum, anayasal olarak hukuken ve fiilen, başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) sisteminin uygulanışında rahatlama sağlayacaktır.
Siyasi olarak etkin olmak zorunda olan Cumhurbaşkanı, ancak bu zeminde siyasi ve iktisadi politikalarını etkin bir şekilde icra edebilecektir.
Belki yakın bir gelecekte, bazı partilerin Cumhurbaşkanlığı için çatı aday göstermeleri kısmen rağbet görse de, orta ve uzun vadede, muhalefetin de mutlaka daha kapsayıcı ve kucaklayıcı partili adaylarla seçim yarışlarına girmeleri söz konusu olabilecektir. Bu sayede, uzlaşıcı ve kapsayıcı adaylar ekseninde şekillenen partilerin politikaları da bu yönde gelişecektir. Bu da demokrasimizin pekişmesi yönünden olumlu katkılar sağlayacaktır. Belki de yeni sistemin ülkemize sağlayacağı en büyük kazanım da bu olacaktır.