Devirlerini tamamlamış, vesayetçi zihniyetin hala devam ettiğini zanneden 104 mütekâid (EMEKLİ) amiral tarafından,4 Nisan günü gece yarısından sonra sivil demokratik yönetime yönelik bir E-BİLDİRİ yayımlandı.E-Bildiriyi yayımlayanlar hakkında “Devletin Güvenliğine ve Anayasal Düzene Karşı Suç İşlemek için Anlaşma” suçlamasıylasoruşturma açıldı, bunlardan bir kısmı (10 kişi) bu suçlama kapsamında gözaltına alındı.
Bildirideki Muhtıra Kokan Gerekçeler
104 mütekâid amiralin imzasıyla yayınlanan ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yleilgili olduğu belirtilen E-BİLDİRİNİN temel gerekçeleri şu şekildedir:
“Son zamanlarda gerek Kanal İstanbul, gerekse Uluslararası Antlaşmaların iptali yetkisi kapsamında Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması endişe ile karşılanmaktadır”.
“Türk Milleti’nin bağrından çıkan şanlı bir geçmişe sahip Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personelinin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yetiştirilmesi elzemdir”.
“TSK’nin, Anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerinin titizlikle sürdürmesi zaruridir. Bu gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk’ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz”.
“Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en TEHLİKELİ OLAYLARI YAŞAMA RİSK VE TEHDİDİ ile karşılaşabilecektir”.
Burada alıntıladığımızve esasen demokratik bir yönetime yönelik suçlayıcı ve itham edici uyarıların, gerek 27 Nisan E-Muhtırasından,gerekse sair muhtıralardan pek farkı yoktur. Hepsinin hedefi,dönemlerindeki meşru demokratik yönetimlerdir.
Burada yapılmak istenen, kendilerini, halkın ve halkın seçtiği demokratik yönetimin üzerinde gören vesayetçi postallıların topluma ve demokratik sivil yönetime amirane ve kibirli bir üslupla ayar verme, terbiye ve tehdit etme teşebbüsünden başka bir şey değildir.
Bu mütekâid postallılar, bazı siyasî saiklerle, Kanal İstanbul’u, Montrö Antlaşmasına ilişkin uyduruk tartışmaları, TSK’daki ve Deniz Kuvvetlerindeki uygulamalarla bazı münferid hadiseler bağlamında, anayasal rejimin değişmezlerininkorunmasını gerekçe göstererek, açıkça demokratik sivil yönetimi tehdit etmektedirler. Bu uyarılarının dikkate alınmaması neticesinde nelerin olacağı da ağır tehdit unsuru olarak dillendirilmiştir.
Gerekçelere Dair Değerlendirme
Kanal İstanbul, iktisadî ve stratejik saiklerle şekillenen siyasî bir tercihtir. Bu tercihten dolayı, siyasî iktidar eleştirilebilir, ama postallıların siyasî iktidarı tehdit etmeleri hadsizliktir. Siyaseten bir parti kurup ya da partilerden birini destekleyip engel olabilirlerse olsunlar.
Montrö Antlaşmasına gelince; bir kere bu Sözleşmenin kaldırılmasından söz eden biri yoktur. Sadece TBMM BaşkanıSayın Prof. Dr. Mustafa Şentop, uluslararası sözleşmelerin feshine dair hukuki prosedüre ilişkin bir açıklama yaptı ve bu konuya ilişkin de AİHS ve Montrö Sözleşmesini örnek verdi. Bu örnekten hareketle, TBMM Başkanı’nın Montrö’nün kaldırılacağını kast ettiğini, bu bağlamda bu sözleşmeyi tartışmaya açtığını söylemek, olsa olsa “hava bulutlu-sen bana nasıl ördek dersin” fıkrasına benzer bir duruma sebep olmaktadır.
Malum birisi karşısındaki diğer bir adama “hava bulutlu” demiş.
Karşıdaki adam da, bu sözü söyleyen adama “sen bana nasıl ördek dersin” diyerek yumrukla vurmaya başlamış.
Yumruklar karşısında sarsılan adam demiş ki: “Neden bana yumrukla vuruyorsun”?
O da demiş ki:“Sen bana nasıl ördek dersin”!
Diğer adam da demiş ki: “Ben sana ne zaman ördek dedim”?
Karşısındakini yumruklayan adam demiş ki: “Hava bulutlu demek, yağmur yağacak demektir.Yağmur yağması neticesinde su göletleri oluşur.Su göletlerinde de ördekler yüzer.Bu sebeple sen bana ördek demiş oldun”!
Sayın Şentop’un, Montrö’ye dair söylemleriyle, bu Sözleşmenin fesholunmasınıkastettiğini ya da Sözleşmeyi tartışmaya açtığını söylemenin, bu fıkradan hiçbir farkı yoktur.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da “Montrö’nün ülkemize sağladığı kazanımları önemli görüyor, daha iyisi için imkân bulana kadar Montrö’ye bağlılığımızı sürdürüyoruz. Montrö’den çekilmek için bir çalışma veya niyetimizyoktur” dedi.
Diğer eleştirel açıklama ve gerekçeler ise, mevcut uygulamaların askerî vesayetçi algılarla değerlendirilmesinden ibarettir. Bu mütekâidpostallılar, TSK’daki yapılanma ve eğitim uygulamaları için beyinlerinde bir model kurgulamakta, bu kurgu putlaştırılmakta, ideolojik dogmaya dönüştürülmekte, sonra da bu kurgu ile uyumlu olmadığını düşündükleriuygulamalardan dolayı demokratik sivil yönetimi tehdit etmektedirler.
E-Bildiriye Yönelik Destekleyici ya da Mutlak Olarak Reddeden Açıklamalar
Demokrasilerde,özellikle de askeri darbelerin, muhtıraların, cuntalaşmaların her türlüsünün yaşandığı Türkiye’de, aslolan bu tür muhtıralara topyekûn karşı durulmasıdır. Ama maalesef hala bazı vesayetçi çevreler, buna bir “muhtıra”bile diyemediler. Çeşitli dolambaçlı yollarla, tekellüfü tevillerle bu muhtıracıları haklılaştırma çabasına giriştiler.
Bir parti içerisinde, birbiri ile çelişen açıklamalar bile yapıldı. Bu partinin Genel Başkanı “sabah bir uyandık emekli amirallerin canı sıkılmış, bildiri yayınlamışlar. Bu bir zevzekliktir” derken, bu partiden etkili bir Milletvekili “bir tabip teğmen olarak bu bildirinin altına imzamı atıyorum” şeklinde bir açıklama yaptı.Bu kişi, aynı açıklamasında “darbe yapmaya niyeti olanları tükürükle boğarız” şeklinde beyanda bulundu. Bu partinin bir başka etkili ismi, “amirallerin bildirisinde darbe imaları olduğunu ve bunu rahatsız edici bulduklarını” belirtti.Aynı parti adına yapılan bir başka açıklamada, “partimiz, demokrasinin yanında dün olduğu gibi bugün de durmaya devam edecektir” denildi.Merak ediyorum, bu partinin görüşü hangisi? Bu kadar derin çelişkiler bir arada ancak bu şekilde olabilir herhalde?
Bir başka parti adına yapılan açıklamada “Türkiye’de düşüncesini açıklayan herkese ‘darbeci damgası’ vurursanız o zaman nerede kaldı demokrasi, nerede kaldı düşünce özgürlüğü? Baktığınız zaman o metnin içinde ben bir ‘darbe tetikçiliği’ görmedim” denilmiş. Aynı partiden bir sözcünün açıklaması şu şekilde: “AKP’nin mağduriyet kastığı sahte gündemleri konuşmaya değer bulmuyoruz”.
Yapılan bazı açıklamalarda, aslında hükümete karşı bir saldırı mahiyetinde olan bu bildiri için, “bu sahte gündemler tutmaz. Halkımızın tek gerçek gündemi sofrasıdır” denilerek, bu yaşananlardan hükümet sorumlu tutulmak istenmiştir. Yani kendisi saldırıya uğrayan, bir diğer ifadeyle mağdur olan hükümet, bu saldırıdan sorumlu tutulmak istenmiştir.
Bunlara benzer daha çok sayıda başka açıklamalar da mevcuttur.
Bazı siyasî çevreler de, “ama”sız, “fakat”sız açıklamalar yaparak bu bildiri ile esasen demokrasiye kastedildiğini belirttiler ve şiddetle reddettiler. Bunlara göre;
Partimiz milli iradenin, hukuk devletinin ve demokrasinin yanındadır. Militarist ya da sivil farketmez, darbe heveslilerine geçit verilemez. Bildiri, ülkenin tarihî hafızasını ve içinden geçtiği hassas süreci göz önüne almayan; kötü niyetli bir sorumsuzluk örneğidir.
Bu bildiriyi yazanlarla, bu bildiriyi önemsemeyip küçümseyerek“bu bildiride ne var ki, bu kadar tepki veriyorsunuz” diyenlerle ilgili mutlaka gerekenler yapılacaktır.
Bazı partiler,“darbe iklimini küçümseyerek” meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Bu bildiri demokrasimize zarar vermekten, TSK personelinin moral ve motivasyonunuolumsuz yönde etkilemekten ve düşmanlarımızı sevindirmektenbaşka bir işe yaramayacaktır.
Konu vatandır, demokrasidir, milli iradedir. Taviz veya gecikmenin bedeli hiç kuşkusuz ağır olacaktır. Bilsinler ki aziz milletimiz ve temsilcileri bu zihniyete ve vesayet heveslilerine asla geçit vermeyecektir.
Bu bildiri, resmen Türk demokrasisini hedef alan yakışıksız bir bildiridir.
Bunların meselesi millete dert anlatmak değil,millete ayar vermek, millete parmak sallamak, bunun üzerinden siyasete yön vermektir.
Demokrasi ve hukuk içinde çözülecek meselelerin darbe imalı bildirilerin bahanesi haline dönüştürülmesi anayasaya yönelik açık tehdittir.
Bu Bildiriye, çok kısa bir süre içerisinde çeşitli dernek, sendika, üniversite ve sair sivil toplum teşekküllerinden de tepkiler geldi.
5 Nisan itibariyle 81 ilde 910 dernek, 408 vakıf, 27 üniversite, 114 oda, 550 sendika, 46 federasyon, bazı emekli amirallerin bildirisine ilişkin suç duyurusunda bulundu.
Fakat bu suç duyurusunda bulunanlar genellikle, demokrasi eğiliminde olanlardır. Yukarıda bu Bildiriye destek veren açıklamaları yapan siyasi partilerle benzer eğilimde olan sivil toplum teşekküllerinden bu Bildiriyi lanetleyici yönde tepkisel açıklamalar gelmedi.
Kısaca hem siyasî, hem de toplumsal çevrelerde, demokratik sivil yönetime tehditler içeren bu E-Bildiriye yönelik hatırı sayılır sayıda destekler söz konusudur.
Turnusol Kâğıdı
Türk demokrasisi, ancak siyasi ve toplumsal kesimlerin tamamının ya da kahir ekseriyetinin sahip çıkması, demokrasiye yönelik saldırılara güç birliği içinde karşı durulması ile kökleşir ve istikrar kazanır.
Bu sebepledir ki bütün siyasi partilerden ve sivil toplum teşekküllerinden,“ama”sız, “fakat”sız bir üslupla Türkiye’nin artık darbelerle hizaya getirilecek bir ülke olmadığını haykırmaları ve demokrasi vurgusu yapan ifadelerle bu durumu kınamaları beklenirdi. En azından Türkiye’de demokrasinin kalıcı bir şekilde kökleşmesini isteyen bir vatandaş olarak bu söylemin topyekûn kararlılıkla ve vurgulu bir şekilde yapılmasını arzu ederdim.
Bu beklenti maalesef gerçekleşmedi. Tekrardan “TURNUSOL KAĞIDI”na iş düştü.
TURNUSOL KÂĞIDI iyi iş çıkardı. Bu denemede, “DEMOKRASİ” cenahında yer alanlarla, “ASKERİ VESAYETÇİ” anlayışı beyinlerinde muhafaza edenler hemen ayrıştılar.
Adli Soruşturma ve Hesap Sorma
Belki burada şu söylenebilir: “Efendim bunlar zaten emekli olmuşlar, darbe yapacak halleri yoktur. Bu Bildiriye neden bu kadar tepki veriliyor”?
Bu yöndeki bir değerlendirmede haklılık payı yoktur. Çünkü, E-Bildirici postallıların, hala görev yapan muvazzaf askerlerle irtibatı devam ediyor olabilir. Muvazzaf askerler yapmak isteyip de yapamadıkları E-Bildiri işini, bu emekli amirallere yaptırmış olabilirler. Türkiye’deki bütün darbeleri yönlendiren harici güçler, fazla dikkat çekmemek için bu E-Bildiriyi muvazzaf subaylar yerine mütekâitlere yaptırmış olabilirler. Nitekim 28 Şubat sürecinin yaşanmasında Emekli Postallı Paşaların etkin katkıları hala hafızalarda mevcuttur.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar bu konuya ilişkin kısaca şu açıklamayı yaptı:
“Bunları savcılık inceliyor, istihbarat bakıyor, biz de bakıyoruz. Kim nerelere gitmiş, kimlerle görüşmüş bakılacak. Bu olayların üst üste gelmesi bir plan mı, program mı, tesadüf mü? araştırılacak. Yetkisi, sorumluluğu, görevi olmadan bu insanlar bir araya gelmişler. Mekanizmanın nasıl olduğunu savcılık ortaya çıkaracak. Mekanizma nasıl oluştu onu anlamaya çalışıyoruz. Bunun arkasında ne var, başka şeyler olabilir, başkaları bundan örnek alabilir. Bunlar OKUMUŞ, YAZMIŞ İNSANLAR,yaptıkları işin nereye varacağını bilmek zorundalar. Dolayısıyla bunun bedeli neyse ödeyecekler”.
Bu mütekâid postallılardan hukukî ve yargısal hesabın mutlaka sorulması gerekiyor. 1957 yılında ortaya çıkan “Dokuz Subay Olayı” üzerine cuntacıları ihbar eden Binbaşı Samet Kuşçu’nun cezalandırılıp, cuntacılara dokunulmaması neticesinde, üzeri örtülen cuntacılar 1960 darbesini yaptılar.1960 darbesinde yüzbaşı rütbesinde olanlar kendilerinden hesap sorulmadığı için 11 yıl sonra 12 Mart muhtırası ile yarı askeri rejimi kurdular. 12 Mart muhtırasını yapanlardan hesap sorulmadığı için 9 yıl sonra 1980 darbesini yaptılar. 1980 darbesinde binbaşı rütbesinde olup kendilerinden hesap sorulmayan subaylar 28 Şubat post-modern darbesini bu millete yaşattılar. 28 Şubat’ta hesap vermeyen subaylar 15 Temmuz ihanet kalkışmasını yaptılar. Kısaca, hesabı sorulmayan her askerî müdahale,daha sonra gelen müdahaleler içincesaret ve meşruiyet kaynağı oldu.
Umarım Türk yargısı, hukukî çerçevede lüzumlu tahkikat ve yargılamaları yaparak adalet terazisi çerçevesinde neler yapılması gerekiyorsa onu yapacaktır.
Nihai Değerlendirme
Bütün bu tepkiler sebebiyle, hala Türk demokrasiningeldiği aşamayı hazmetme sorunu yaşayan bazı partilerle,bu partilerin toplumsal tabanının mevcut olduğu görülüyor.
Artık Türkiye, sabah erken kalkaların darbe yaptığı 1960’lı, 1970’li yılların Latin Amerika ülkelerinden ya da Afrika’dakidışarıdan güdümlü yönetilen kabile devletlerinden biri değildir. Bu sebepledir ki, bir grup emekli amiralin gece oturup aralarında imzaladıkları bir E-Bildiriyle Türk demokrasisini hedef almalarının kabul edilebilir bir tarafı yoktur.
Artık “geçti Bor’un Pazar’ı”. Eşeklerini Niğde’ye mi sürerler, bir başka ile mi sürerler, yoksa bir başka ülkeye mi sürerler bilmem, ama artık devirleri bitti.
Anlaşılan bu vesayetçi müteakid postallılar, 15 Temmuz ihanet kalkışmasına halkın verdiği şanlı destansı dersi çok çabuk unutmuşa benziyorlar. Bence aşırı unutkanlığın kendilerine bedeli çok ağır olur. Bu kadar unutkanlık hiç de hayra alamet değildir.
Son söz: İstiklal marşı şairimiz merhum Mehmet Akif şunları söylüyor:
Ben de merhum Akif’in bu mısralarından esinlenerek şunları söylemek isterim:
Sahipsiz olan demokrasimizin yıkılması hak ve muhakkaktır;
Eğer Türk milleti demokrasisine sahip çıkarsa, ilelebet yaşayacaktır.