AK Parti, 2001 yılında kuruldu, 2002 yılından bu yana takriben 19 yıldır iktidarda.
Her partinin olduğu gibi, AK Parti’nin de bir parti programı vardır. Siyasi partilerin programları, düşünce yapılarını ortaya koyar. Bazı partilerin programları, büyük ölçüde pragmatik olduğu halde, bazı partilerin programları, değişen tonlarda belli bir siyasi ideolojik düşüncenin izlerini taşır.
Mesela CHP, parti programını, özellikle 1930’lu yılların ortalarından bu yana 6 ok ile sembolize edilen Kemalizm ekseninde şekillendirmiştir. Bu parti, devletçilik, devrimcilik gibi bazı ilkeler güncelliğini kaybetmiş olsa da, bu ilkelere programında yer vermeyi sürdürüyor.
CHP’nin parti programı, sadece resmi programında yazılı olarak kalmadı, 1937 yılında Anayasada da yerini aldı. Bu programın bazı ilkeleri, hem 1961, hem de 1982 Anayasalarında ifadesini bulmuş ve fiiliyatta da uygulanmıştır.
Bu izahatlardan da anlaşılacağı gibi, 1920’li ve 1930’lu yıllardan bu yana CHP fikriyatının değişen ölçülerde iktidarda belirleyici olduğu söylenebilir. Çağdaş hayat tarzı ekseninde şekillenen modernleşme ve sekülerizm, bu fikri yapılanmanın ana omurgasını teşkil etmektedir. Yakın geçmişe kadar CHP’nin programının ana damarını teşkil eden otoriter, militan, dışlayıcı laiklik ya da bir diğer ifadeyle felsefi anlamda laiklik hâkim bir anlayış olmuş, “yargı” bu anlayışın mutlak koruyucusu ve taşıyıcısı olarak işlev görmüştür.
Gelelim AK Parti’nin Fikri Yapılanmasına.
Recep Tayip Erdoğan liderliğinde kurulan AK Parti, kendisini, “muhafazakâr demokrat” kimliğe ve siyasî vizyona sahip bir kitle partisi olarak tanımlamıştır. Bu Parti, kendisini “Türkiye’nin kültür birikimini koruma anlamında muhafazakâr, modern kurum ve değerleri savunma anlamında da demokrat” kimliği ile tanıtmıştır. Erdoğan, “Bireysel referansım İslâm, siyasî referansım ise demokrasidir” diyerek, AKP’nin siyasî kimliğini “muhafazakâr demokrasi”de konumlandırmak istediğini vurgulamıştır.
Yalçın Akdoğan’a göre, Ak Parti’nin amacı, muhafazakâr demokrasi terkibi altında kendisine yeni bir kulvar açmaktır. Maksat, siyaseti, normalleştirerek gerçekçi bir zemine oturtmak, müstakil bir muhafazakâr parti ve kuşatıcı bir siyaset tarzı üretmektir.
“Siyaseti normalleştirmek”ten kastedilen, “geleneği dışlamayan bir modernliği, yereli kabul eden bir evrenselliği, köktenci olmayan bir değişimi” öne çıkarmaktır.
“Müstakil bir muhafazakâr parti üretmek” ifadesiyle amaçlanan, muhafazakarlığı, Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisi gibi, merkez sağ partilerin içinde bir damar olmaktan çıkartıp, AK Parti’nin ana gövdesi ve lokomotifi haline getirmektir.
Bu ifadelerle, AK Parti’nin, Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisi gibi, merkez sağ partilerin farklılık arz eden yönlerine vurgu yapıldıktan sonra, Millî Görüş hareketinden farklı olduğu da özenle vurgulanmıştır. Bu bağlamda, AK Parti’nin, kendisini, Milli Görüş çizgisi ile merkez sağda yer alan Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisi çizgisinin dışında bir zemin üzerinde konumlandırdığı görülmektedir.
Akdoğan’a göre, muhafazakâr demokrat kimliğin parametreleri şu şekildedir: Muhafazakâr demokratlık devrimci değil, tedrici, aşamalı olarak değişimi savunan, geleneksel değer ve kazanımları koruyan değişim anlayışına dayanır. Kurulu düzen, dayatmacı aşırılıklardan, radikalizm ve toplum mühendisliğinden korunmalıdır. Halk egemenliğini, anayasallığı ve evrensel normlara dayalı hukukî meşruiyeti önemser. Sınırlandırılmış ve tanımlanmış bir iktidardan yanadır. Siyaset alanı uzlaşma kültürüne dayanır. Toplumsal alandaki farklılıkların siyasî alanda temsili ancak uzlaşma ve hoşgörü zemininde olur. İdealizm ve realizm arasında denge kurulmalıdır. Devletin ideolojik bir tercihle kendini dogmatik bir alana çekmesi kabul edilemez. Devlet, asli fonksiyonlarına çekilmeli, küçük, dinamik ve vatandaşların şekillendirdiği ve denetlediği bir yapıda olmalıdır.
Muhafazakârlıkla demokrasi arasında ilişki kurulabilir. Her ne kadar bazıları, Fransız devriminden önceki mutlak monarşi ve baskıcı teokratik düzenden yana olan ve bu sebeple de demokrasiye karşı olan muhafazakârlık formunu salt esas alarak, muhafazakârlıkla demokrasinin birleşemeyeceğini söyleseler de, zaman içerisinde geleneksel değerlerle demokrasinin bir arada yaşamasının mümkün olduğu kabul edilmiştir. Muhafazakârlıkla demokrasi arasındaki ilişkilerin gelişmesiyle uyumlu olarak Alex de Tocqueville, Disraeli ve Churchill gibi muhafazakârların, demokrasiye olan ilgileri ve güvenleri artmıştır.
Muhafazakârlıkla demokrasi arasındaki ilişkide, demokrasinin muhafazakârlığın dayandığı temel değerler üzerinde oturtulduğu görülmektedir.
Her ne kadar bazıları, demokrasi ile muhafazakârlık arasında bazı gerilimli alanların olduğunu söyleseler de, bu gerilimin liberal demokrasi ölçütünde üretildiği söylenebilir.
Muhafazakâr demokrasi, “muhafazakâr değerlerle demokrasinin bütünleşmesi” şeklinde tanımlanabilir. Demokrasi, “siyasî iktidarın barışçıl el değiştirmesine ilişkin kurallar ve yöntemler bütünü, halkın, mukadderatı ile alakalı kamusal kararların alınmasında doğrudan ya da dolaylı olarak hukuken ve fiilen yetkili olması” olarak tanımlandığında, demokrasinin muhafazakârlıkla uyum içerisinde olduğu söylenebilir.
Muhafazakâr demokrasi söyleminde, klasik aile yapısının korunması, örf ve âdetler, tarihi ve kültürel değerler, dini ve ahlaki değerler, dindar ve ahlaki değerlere bağlı bir neslin yetişmesi vb. konular merkezi bir konuma sahiptir.
Bu siyasî duruşta, İslam kültürüyle demokrasinin bütünleştirilebileceğine dair güçlü vurgular yapılmaktadır. İslam’ın Türk Halkı nezdindeki yükselen itibarı, muhafazakâr demokratların söylem ve pratiklerinin benimsenmesine uygun bir zemin hazırlamıştır.
Fikri İktidarın Tesisi Meselesi
Bu belirlemelerle, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, 19.10.2020 günü İbn Haldun Üniversitesi Külliyesi Açılış Töreni’nde vurgulu olarak ifade ettiği “eğitim ve öğretimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımız, fikrî iktidarımızı hâlâ tesis edemediğimiz kanaatindeyim” sözünde bahsi edilen “fikri iktidarın fikri temellerini” ortaya koymaya, burada iktidara getirilmesi amaçlanan fikirlerin muhtevasının neler olduğu? Sorusunun cevabına ulaşmaya çalıştım.
Burada özet olarak yer verilen muhafazakâr demokratik fikriyatın gereklerinin hayata geçirilmesi konusunda önemli başarısızlıkların olduğu bizzat Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından açık yüreklilikle itiraf edilmiş olunmaktadır. Bundan şunu anlamamız gerekiyor:
“Muhafazakâr demokrat bir partinin uzun yıllar iktidarda olması ile muhafazakâr demokratik fikirlerin, bireylerde, toplumda ve siyasî politikaların belirlenmesinde ve uygulanmasında hâkim değer olarak kökleşmesi farklı şeylerdir”.
Muhafazakâr demokrasi bağlamında hâkim kılınması gerekli ilkesel ve kurumsal değerler şu şekilde sıralanabilir:
* Belli bir eğitim modelinin ve politikasının mevcut olması;
* “Geleneksel aile kurumunun korunması” yönünde derli toplu politikaların olması;
* Tedrici değişim ve dönüşümün kabul edildiği zeminde geleneksel değerlerin korunması;
* Tarihî, kültürel değerleri ve sanatı güçlendirici yönde politikaların mevcut olması;
* Ahlaki değerlerin güçlendirilerek korunması;
* Dinî değerlerin fikri ve toplumsal zeminde güçlendirilmesi;
* Geleneksel değerlerle mücehhez bir toplum politikasının mevcut olması;
* Devrimci radikal yenileşmelerden kaçınılması.
Bütün bunlar, bir bütün teşkil etmektedir. Bunları bütünlük içerisinde kapsayan muhafazakâr demokrasi düşüncesinin toplumda hâkim bir değer haline gelebilmesinin devlet politikaları yanında, çok daha önemli olarak sivil ayağı da bulunmaktadır. Bu yöndeki düşünce sisteminin, bilim insanları tarafından teorisinin oluşturulması, bu bağlamda yoğun yayın faaliyetlerinin yapılması gerekir. Sadece üç beş kitap ya da makale ile bu fikirlerin, ülke siyasetinde ve toplumsal hayatta hâkim değer olarak iktidar olabilmesi mümkün değildir.
Birkaç misal vermek gerekirse.
Muhafazakâr demokrasi fikriyatını benimseyen Hükümetin her halükârda bir “aile politikası” ve bu politikanın da muhafazakâr demokrasi fikriyatı ile uyumlu olması lazım. LGBTİ+ eğilimli örgütlerle benzer yönde eğilim sergileyerek geleneksel aile kurumu için yıkıcı mahiyette olan, cinselliği mutlak bir hak olarak düzenleyen, eşcinsel evlilikleri ve nikahsız birlikte yaşamaları teminat altına alan İstanbul Sözleşmesinin savunulmasının muhafazakâr demokrasinin aile kurumuna ilişkin gerekleri ile uyumlu olduğu söylenemez. Hem geleneksel aile kurumunun, hem de İstanbul sözleşmesinin birlikte savunulması, aslında aile konusunda, muhafazakâr demokrasi felsefesi ile uyumlu bir politikanın zayıf olduğunun ya da hala bu mevzuda kapsamlı bir politikanın üretilemediğinin göstergesidir. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanımızın bu çarpıklığı çok yerinde teşhis etmesi neticesinde, 20.03.2021 Tarih ve 31429 Sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 3718 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile İstanbul Sözleşmesi “Türkiye Cumhuriyeti Bakımından” feshedilmiştir.
Asıl önemli olan, bundan sonrasıdır. AK Parti, İstanbul Sözleşmesi yerine, iç dinamiklerden hareketle aileyi koruyucu yöndeki politikalara yoğunlaşarak, muhafazakâr demokrasinin gereklerini yerine getirmiş olacaktır. Bunu, hem yasal düzenlemeler, hem de kültürel politikalarla yapabilir. Bu konuda, bu politikaları besleyici yöndeki sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri, kamusal politikalardan çok daha önemlidir. Yoksa, sadece kamusal politikalar yetersiz ve yüzeysel kalır ve yakın ya da orta bir gelecekte “fikrî iktidarın tesis edilmesi” idealine yaklaşılması oldukça zorlaşır.
Benzer şekilde “din eğitimi” politikasına da değinmek gerekirse. Dindar bir toplumun ortaya çıkarılması, her şeyden önce “tahkiki iman” eğitiminin varlığına ve güçlü “ahlaki değerlerin” toplumda hazmedilerek benimsenmesine bağlıdır. Burada “tahkiki iman” eğitiminden söz ederken, herkese bu eğitimin zorunlu olarak verilmesi değil, isteğe bağlı din eğitimi yoluyla, en azından bu dersleri alanlar yönünden “tahkiki iman” eğitimi verilmelidir.
“Tahkiki iman”, bireylerin, atomdan yıldızlara kadar her bir mahlukta, Allah’ın muhtelif isimlerini (hâlik, rezzak, müzeyyin, musavvir, muhyi, hayy, kayyum, adl, hakem, guddüs vb) isimlerini akıl gözüyle görerek, Allah’a iman etmeleridir. Kişiler, tahkiki iman yoluyla, gözleriyle gördükleri her bir cismin varlığını kabul ettikleri kesinlikte, akli ve vicdani değerlendirmeler ve kabullerle Allah’ın ve diğer iman esaslarının hakikatine iman ederler.
Burada, tahkiki imana sahip olanlar, marifetullahı (Allah’ı bilmek ve tanımak) o düzeydedir ki, her an kendilerinin Allah tarafından izlendiğini bilerek, takvaya uygun bir hareket tarzını benimseyerek Allah’ın emirleri haricine kesinlikle çıkmazlar. İmanının gücü nispetinde, hiçbir güç, bu kişileri günahı işlemeye zorlayamaz. Kişiler, nefis ve günahların esiri olarak değil, iman ve inancının gereklerine bilinçli olarak riayet ederek yaşarlar.
Tahkiki iman sahibi bireylerin sayısının çoğalması, dinin bireysel ve toplumsal görünürlüğünü artıracaktır. Bu yöndeki bir gelişme neticesinde, muhafazakâr demokrasi düşüncesi, toplumda kalıcı bir değer haline gelebilecektir.
Bu iki misal bağlamında söylenenler, muhafazakâr demokrasi düşüncesinin diğer alanları için de söz konusudur.
Muhafazakâr demokrasi fikriyatının hem bütünlük içerisinde, hem de her bir alanının yoğun bir şekilde fikri düzeyde incelenmesi, tahlil edilmesi, gelişime ve dönüşüme müsait olan ve olmayan yönlerinin ortaya konulması gerekiyor. Tekrar ifade etmek gerekirse, sadece bir partinin programında, bir liderin söyleminde yer alması, birkaç yüzeysel makale ve kitabın yazılmış olması, bu düşüncenin hükümran kılınması için çok kifayetsizdir.
Muhafazakâr demokrasi düşüncesinin her bir konusunun, derinlemesine tahlillerle incelenmesi, teorik temelli fikri yoğunlaşmalar yapılması, farklı muhafazakâr düşünce ekollerinin oluşturulması, muhafazakârlıkla demokrasi arasındaki gerilimli ve uyumlu yönlerin derinlemesine incelenmesi, bu düşüncenin liberal demokrasiden, sosyal demokrasiden, radikal sağ düşüncelerden farklılaşan yönlerinin yoğun ve derinlemesine olarak incelenmesi gerekiyor. Bu bağlamda yapılacak derinlikli akademik çalışmalar ciddi manada önem arz ediyor. Her halükârda bir muhafazakâr demokrasi düşüncesi ekolünün fikri bütünlük içerisinde inşa edilmesine ihtiyaç vardır.
Bu vesileyle, muhafazakâr demokrasinin fikir olarak iktidara gelebilmesi için çok ama çok çalışmaya, çok yönlü akademik ve pratik yoğunlaşmalara ve zamana ihtiyaç vardır. Bu fikriyatı benimseyen siyasî iktidarın politikaları kadar, üniversitelerin, akademisyenlerin, serbest düşünce sahiplerinin, sivil toplum örgütlerinin, düşünce kuruluşlarının faaliyetlerinin, sosyolojik araştırmaların, felsefi çalışmaların da muhafazakâr düşüncenin hâkim kılınmasında olmazsa olmaz derecede önemi ve gerekliliği mevcuttur.
Kısaca özetlemek gerekirse, Dünyada hiçbir fikir, kültür, politika, çoğulcu demokrasi ortamında sadece hükümet uygulamaları ile toplumda ve siyasî hayatta hâkim olamaz. Bu sebeple, hükümet politikalarından çok daha yaygın ve güçlü şekilde, akademik ve sivil toplum hareketlerinin, bu yönde sistematik, yoğun, etkili, istikrarlı çalışmalar yapmaları gerekiyor.
Peki, bu mevzuda ne durumdayız?
Bu sorunun cevabını Cumhurbaşkanımız şu şekilde veriyor:
“Eğitim ve öğretimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımız, fikrî iktidarımızı hâlâ tesis edemediğimiz kanaatindeyim”.
Yani Türkiye bu konuda çoook ama çoook gerilerde. Durmak yok, yola devam.