Türkiye’de son zamanlarda İstanbul Sözleşmesine yönelik önemli tartışmalar yaşanıyor. Tartışmaların temelinde her ne kadar “aile içi şiddet” var gibi görünse de, ülkemiz açısından en temel sorunun “aile kurumu ve bu kurumun geleceği”nin olduğu söylenebilir.
Nitekim aile temelli yaşanan sorunlar karşısında vicdanının sesini dile getiren AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş, özet olarak şunları söylemiştir:
“Aile toplumların kök hücresidir. Nasıl ki bir vücutta kök hücreden diğer hastalıklı hücrelerin iyileştirilmesi mümkünse, eğer aile sağlam tutulursa, toplumdaki eksikliklerin telafi edilmesi mümkün olur. Aile hayatını ortadan kaldıracak, aileyi lüzumsuz, değersiz, geçersiz hale getirecek her türlü sinsi fikir, akım ve ideolojilere karşı uyanık olmak mecburiyetindeyiz. Bundan sonraki dönemlerde, güçlü aile yapısına sahip olan ülkeler sosyal olarak güçlü olacaklardır. Ailelerimizi, her türlü fesattan, kötülüklerden koruyacak ve güçlendirecek adımları atmamız lazımdır”.
Numan Bey’in dile getirdiği bu husus, toplumumuzun geleceği açısından hayatî derecede ehemmiyetlidir.
İnsanoğlu ilk aile içinde dünya hayatını yaşar. Gözünü açtığında ilk gördüğü kişiler, annesi, babası ve varsa kardeşleridir. Sonra, babaannesi, anneannesi, dedeleri, dayıları, amcaları, halaları, teyzeleri, kuzenleri ile tanışır. Bu tarih boyu hep böyle olmuştur.
Aile, çocukların ilk eğitim yuvasıdır. Çocuklar, çoğu davranış kurallarını bu yuvada edinirler. İnsanlar, toplumsal hayata atılmazdan önce, bu hayatta karşılaşabilecekleri birçok zorluklar karşısında ne tür tutumlar almaları gerektiğini ilk önce ailelerinde öğrenirler. Aile, çocukların, sosyal ve kültürel dünyalarını şekillendirdikleri ilk ortamdır. Çocuklar, doğdukları andan itibaren, ailede yaşadıkları, öğrendikleri ile yavaş yavaş gelecekte yaşayacakları ortam ve şartların insanları olmaya başlarlar, burada öğrendikleri ile sosyal hayata hazırlanırlar.
Çocukların, -erken yaşta ölüm vaki olmazsa-, takriben 80-90 senelik hayat sürecinde sahip olacakları duyguların, düşüncelerin, alışkanlık ve davranışların şekillenmesinde, ailesinde edindiği alışkanlıklar, bilgiler, şekillenen duygular, idealler etkili oluyor.
Yine, çocuklar, içinde yaşadıkları toplumda hâkim olan, inancı, ahlâki değerleri, gelenek ve görenekleri, ana dillerini vb. aile içerisinde öğrenirler.
Çocuklar, hayat serüveninin ilk başında, hayata dair ilk soruları anne ve babalarına sorarlar ve cevaplarını onlardan alırlar. Çocukların şahsiyet ve karakterlerinin sağlıklı bir şekilde oluşumunda, tutum ve davranışlarının şekillenmesinde, toplumda yaşayan değerlerin önemli tesirleri vardır. Çocuklar bu değerlerle ilk olarak aile içinde tanışırlar.
Bir İslam âlimi, çocukluk evresinde ailesinde aldığı eğitimle alakalı şunları belirtir:
“İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi (öğretmeni), onun validesidir. Ben seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem (yemin) ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinler ve manevî derslerdir ki; o dersler, fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum”.
Burada söz konusu olan, Anayasamızın 41. maddesinde de teminat altına alınan ve teamüli, manevi ve kültürel değerlerimizin içinde şekillendiği aile kurumudur. Asırlardır süregelen ve yukarıda sözünü ettiğim işlevleri yerine getiren bu ailedir.
Ailede Yaşanan Deformasyon
Toplumun esasını teşkil eden aile yapısında yaşanabilecek her bir sorun, zaafiyet, aşınma, sarsıntı, yozlaşma, toplumların ve nesillerin geleceğini olumsuz yönde etkileyecektir. Artık aile, ilk eğitim kurumu olma vasfını kaybedecek, belki de birçok kötü ve zararlı alışkanlıklar bu evrede kazanılacak, bekli de bu yozlaşmalar neticesinde çocuklar, aile ortamını hiç yaşayamayacaklardır. Birbirlerinden kopan anne ve babalar sebebiyle aile yuvasında yaşamaktan mahrum kalan, bir kısmı sokaklarda yaşayan, anne ve babalarını sadece akşam yemeğinde gören, bazen günlerce anne ve babalarını göremeyen çocuklar, maalesef sağlıklı bir şekilde hayata atılamıyorlar. İlk eğitimleri akim kalıyor.
Günümüz dünyasında baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmeler aileleri de etkiliyor. Çağdaş olduğu söylenen ileri devletlerde aile, birlikte yaşamanın yaygın yollarından sadece biri haline gelmeye başladı. Benzer olgular kısmen de olsa Türkiye’de de yaşanıyor. Bu şekilde, çocukların aile birliği haricinde dünyaya gelme şekilleri ortaya çıkmaya başladı.
Dinî, ahlaki, kültürel, manevî, fikrî vb. değişim ve dönüşümler neticesinde, ailede ciddi zaaflar, dayanıksızlıklar yaşanıyor. Geleneksel aile içi ilişkiler, yerini tahammülsüz karı-koca-çocuk ilişkilerine bıraktı. Geçmiş yıllarda ülkemizde mevcut olan, “zor günde de dar günde de birlikte olma, zorlukları birlikte aşma, mutlulukları birlikte paylaşma kültürü”nün yerini “zor günlerle karşılaşıldığında ayrılma”lar almaya başladı.
Aile içinde eşler arasındaki tahammülsüzlükler had safhaya geldi. Aile içerisinde birisinin diğerine “öte git” dediği zaman, gidenlerin bir daha dönmedikleri, bu şekilde ailelerin çok basit sebeplerle kolay bir şekilde dağıldığı bir süreç yaşanıyor. Tabiri caizse Kadıköy’de tanışıp, buluşup, evlenip Eminönü’de ayrılan sayısı bellisiz karı-kocalar var.
Bütün bu yaşananlar, çağdaş olduğu söylenen ülkelerde de böyle, Türkiye’de de böyle.
Avrupa İstatistik Kurumu Eurostat’ın, Avrupa ülkelerinde 2007-2017 yılları arasındaki 10 yıllık süreçte meydana gelen boşanma oranlarını gösteren verilerine göre, Türkiye’de 2007-2017 yılları arasında boşanma oranı %52 oranında artmıştır. Türkiye’de 2007 yılında her 100 evlilikten 14,8’i boşanma ile neticelendiği halde, 2017 yılında her 100 evlilikten 22,5’i boşanmayla sonuçlandı. Türkiye’de 2018 yılında boşanan çiftlerin sayısı bir önceki yıla göre %10,9 artış gösterdi. Ülkemizde 2019 yılında evlenen çiftlerin sayısı 2018 yılına göre %2,3 azalırken, boşanma sayısı bir önceki yıla göre %8 arttı.
Bütün bu veriler, Türkiye’de evlilikler azalırken, boşanma oranlarının 2007 sonrası 12 yıllık süreç içerisinde istikrarlı bir şekilde arttığını gösteriyor. Ayrıca bu durum, sadece son 10 yılda yaşanan bir sorun da değil, yıllardır devam eden sorunların son yıllardaki göstergesidir.
Bütün bunlara rağmen, Türkiye’deki boşanma oranları, Avrupa’daki ülkelere kıyasla kısmen düşük seviyededir. Bunda Türkiye’de aileye ilişkin manevi ve kültürel deformasyonun Avrupa’lı ülkelere kıyasla kısmen daha az olmasının etkili olduğu söylenebilir.
Ailede yaşanan bütün bu deformasyon ve dağılmaların iki tür neticesi ortaya çıkıyor.
Birincisi, çocuklar, sağlıklı bir aile ortamında yaşama imkânını kaybediyorlar. Bu şekilde dağılan ailelerin çocukları aile eğitiminden mahrum kalıyor. Kısaca ilkokul eğitimini almayan birinin orta öğretimde başarı şansı olmadığı gibi, aile eğitiminden mahrum olan çocukların da hayatta sağlıklı bir geleceğe ulaşmaları söz konusu olamamaktadır.
Aile eğitiminden ve ortamından mahrum kalan çocukların birçoğu, daha hayatının başında psikolojik, ahlakî, kültürel vb. değerler bağlamında sorunlu hale geliyor. Çocukların bir kısmı, bu ortamda, kendilerini birçok suç şebekelerinin içinde buluyorlar.
İkincisi, ailelerin çoğu kereler basit sebeplerden dolayı dağılıyor olması, aile içi sorumsuzluklar, uyumsuzluklar, tahammülsüzlükler, bir kısmında yaşanan şiddet vakaları, boşanmaların taraflara yükledikleri maliyetler, travmalar, çoğu kişilerde evlenme eğiliminin gerilemesine sebep oluyor. Ülkemizde 2019 yılında evlenen çiftlerin sayısının 2018 yılına göre %2,3 azalması bunun bariz göstergesidir. Bütün bunların neticesinde resmi nikâhlı evliliklerin yerini, ya ömür boyu bekâr olarak yaşama, ya günü birlik birliktelikler veya belli süreli birlikte yaşamalar almaya başladı.
Kişiler arası birlikteliklerin türleri de çoğaldı. Artık resmi nikâhlı aile kurumu yanında, dinî nikâhlı ya da herhangi bir nikâh ilişkisi olmaksızın karşıt cinsler arası birliktelikler, eşcinsel, biseksüel, transseksüel birliktelikler ortaya çıkmaya başladı.
Diğer yandan başta İstanbul Sözleşmesi olmak üzere bazı uluslar arası sözleşmeler ve/veya iç hukuk düzenlemeleri ile de, bu tür birlikte yaşamalar, “cinsel yönelim ve cinsel kimlik” adına birer hakkın kullanımı kapsamında hukukî düzenlemelerle meşru hale getirildi.
Bütün Bu Yaşananlar Neticeleri Şunlardır
(1) Artık toplumun temeli konumunda kabul edilen geleneksel aile kurumunda ciddi manada deformasyonlar yaşanıyor.
(2) Geleneksel aile kültürü ve ilişkilerinin zayıflaması neticesinde, aile içinde yaşanan şiddet ve uyumsuzluklarda artışlar meydana geliyor.
(3) Aile harici birlikteliklerin çağdaşlık adına cazibesinin artması, aile içi yaşanan sorunların da çoğalması, resmi aile kurumunun gerilemesine sebep olmaktadır.
(4) Bütün bu yaşananların karı kocaya ödettiği bedeller olduğu gibi, en büyük bedeli de çocuklar ödemektedir.
(5) Aile harici birlikteliklerin cazip hale gelerek çoğalması, ailelerin üzerine düşen fonksiyonları icra etmekten uzaklaşması, toplumun temelinin sarsılmasına sebep oluyor.
Kısa ve Orta ve Uzun Vadeli Çözüm Önerileri
Bütün bu yaşananlardan sonra neler yapılması gerektiği konusu üzerinde de yoğunlaşmak gerekiyor. Sorunları tespit ve teşhis etmek önemli ise de çok daha önemli olan, bu sorunların aşılması için nelerin yapılması gerektiğidir.
Bunlar da şu şekilde sıralanabilir:
(1) Her şeyden önce, toplumun esasını teşkil etme vasfını kaybetme yolunda olan ailenin bu hale gelmesindeki temel etkenlerin tespit edilmesi gerekiyor. Bu iş sosyologlara düşüyor. Sadece “aile kurumu eski mümtaz konumunu kaybediyor” demek yetmiyor. Böyle sosyolojik araştırmalar yapılarak aileye ilişkin yaşanan sorunların toplumsal temelleri bilinmedikçe, geliştirilecek her türlü politikalar etkisiz ve yetersiz kalmaya mahkûmdur.
(2) Ailenin daha dayanıklı kılınması için lüzumlu eğitim faaliyetleri yapılmalı. Bu eğitim faaliyetleri kapsamında, ahlakî, kültürel, teamülî, manevî kodlar özümsenerek edinilmeli. Bu eğitim faaliyetleri, genel eğitimin uygun olan bütün kademelerine yayılmalı.
(3) Sağlıklı aile yapısının yeniden canlandırılması maksadıyla, çeşitli programve projelere kamusal destekler sağlanmalı, bu amaca yönelik Tv programlarının yapılması özendirilmeli. Hazırlanan programlar, sıkıcı değil, ilgiyle izlenebilecek, cazip programlar olmalı. Sırf zevahiri kurtaracak kabilden düzeysiz programlar olmalıdır.
(4) Boşanmalarda aile birliğinin sürdürülmesine yönelik uzlaştırma çabaları artırılmalı, formel ya da informel uzlaştırıcı yapılar oluşturulmalı.
(5) Boşanmanın bir tarafa cazip imkânlar sağlaması uygulamalarına son verilmeli. Ömür boyu nafaka, evlilik birliğinde mal ortaklığı rejimi bunlardan bazıları.
(6) Aile içi şiddetin temel sebepleri sosyolojik araştırmalarla tespit edildikten sonra, bunlardan psikolojik, ahlakî, dini vb. eğitimler yoluyla aşılmaları mümkün olanlara yönelik faaliyetler geliştirilmeli, kurumlar oluşturulmalı. Bazı şiddet eğilimlerinin kültürel kodları tespit edilerek, önleyici eğitim faaliyetleri, genel eğitimin bir parçası haline getirilmeli. Bu orta ve uzun vadeli bir süreç olduğu için, uzun soluklu politikalar belirlenip uygulanmalı.
(7) Aile içi şiddet türlerinde ayrışmalara gidilmeli. Psikolojik şiddet, cinsel şiddet, ekonomik şiddet, fiziki şiddet türlerinin tamamı aynı kefeye konulmamalı. Bunlardan her birinin gerçekleşmesi halinde, zaruret arz eden durumlar hariç olmak şartıyla, derhal önleyici önlemlere müracaat etmek yerine, uzlaştırıcı önlemlere öncelik verilmeli.
(8) Başta 6284 sayılı Kanun olmak üzere kanunlarımızdaki aile içi ilişkilerde ve boşanmalarda suiistimale müsait olan bütün hükümler belirlenerek yürürlükten kaldırılmalı.
Çünkü çoğu kereler, “psikolojik şiddet” kapsamında değerlendirilen birçok vakada, taraflar bir müddet sonra yumuşayabiliyorlar. Ya da çevreden gelen telkinler, anlatılar vb. sebeplerle taraflar uzlaşabiliyorlar.
6284 Sayılı kanun gereği, aile içi şiddet olaylarında, “kadının beyanı esas alınarak” koca derhal önlemler kapsamında evden uzaklaştırılıyor, hakkında derhal adli soruşturma başlatılıyor. Hatta bu soruşturmanın başlatılması için şikâyette bulunmaya da lüzum yoktur. Herhangi bir kişinin ihbarda bulunması bile yeterlidir. Bazı istisnaî tehlikelilik halleri hariç, önlemlere başvurmak bu kadar kolay olmamalı. Önlemlere başvurulması, taraflar arasında uzlaşının sağlanması çabalarını geriletmemeli. Amaç aileyi yıkmak değil yapmak, muhafaza etmek yönünde yoğunlaşmalı. Bizim geleneksel aile kültürümüzün temeli affa dayanıyor. Bu sebeple, tarafların affetme yönündeki tutumları mutlaka dikkate alınmalı.
Oysa 6284 Sayılı kanuna ve TCK’ya göre, aile içinde taraflardan birinin diğerine yönelik bir şiddette bulunduğunun tespit edilmesi halinde, başlatılan adli soruşturma ve yargılama süreci geri dönülmez haldedir. Taraflar, basit yaralama şeklinde de olsa, şiddet vakası sonrasında yaşanan kızgınlıkları geride bırakıp ailenin devamı konusunda mutabık kaldıklarında, mağdurun affetmesi itibara alınmıyor. Elbette ki taraflardan birinin diğerine tokat atması, yaralaması kesinlikle tasvip edilemez. Ama bu fiil sonrasında başlatılan adli soruşturma sürecinde taraflar anlaşabilirler, uzlaşabilirler, mağdur karşı tarafı affedebilir. Ama kanun bu affı kabul etmiyor. Kanunlarımız, evlilik haricinde yaşanan basit yaralama suçlarının affını kabul ettiği halde, basit yaralama şeklinde de olsa aile içi fiziki şiddetin affını kabul etmiyor. Bu da ailelerin yıkılmasını kolaylaştırıyor ya da sürdürülmesini zorlaştırıyor.
Batı’da nikah temelli aile yapısı büyük ölçüde çöküntü yaşadığı için, bize kılavuz olacak olan değerler Batı’da değil, kendi kültürel kodlarımızda mevcuttur. Ülkemizde aileyi tekrardan güçlü konuma getirecek kısa, orta ve uzun vadeli politikaların hayata geçirilmesi icap ediyor. Bu politikalar, iç bünyelerine uyduğu ölçüde Batılı ülkeler için de referans kaynağı olabilecektir. Artık bu konuda etkileşim, Türkiye’den Batıya yönelik olacaktır.