Turktime
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
YARATILIŞ MODELİ KONGRESİ EVRİMCİLERİ NİÇİN RAHATSIZ ETTİ?
Adnan Küçük
YAZARLAR
29 Ocak 2021 Cuma

YARATILIŞ MODELİ KONGRESİ EVRİMCİLERİ NİÇİN RAHATSIZ ETTİ?

 

 

Türkiye’de de diğer ülkelerinde de, evrim teorisine ve bu teoriye karşıt fikirleri dillendiren yaratılış düşüncesine ilişkin sempozyumlar, kongreler, paneller düzenlenebilir, makaleler, kitaplar yazılabilir, televizyonlarda programlar yapılabilir. Bütün bunlar, düşünce, inanç, ifade ve akademik hürriyetler bağlamında gayet olağan faaliyetlerdir.
22-24 Ekim 2020 günü, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi tarafından “IV. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi” düzenlendi. Kongre’de mevcut Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş açılış konuşması yaptı, Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez de “İnsaniyet, Âdemiyet ve Beşeriyet” başlıklı tebliğle davetli konuşmacı olarak katıldı. Altmıştan fazla tebliğin sunulduğu Kongre’de, evrim teorisine alternatif olarak ileri sürülen “yaratılış düşüncesi” çeşitli yönleriyle anlatıldı. Tebliğlerin büyük ekseriyetinde yaratılış düşüncesi pozitif bilimler yönden tahlil edilirken, bazı tebliğlerde baştan Kur’an-ı Kerim ve diğer dini kaynaklar bağlamında yaratılış düşüncesi izah edildi. 
Katılanların tamamı yaratılış düşüncesini savunan kişilerdir. Bu dördüncüsü olduğu için, aynı konuda daha önceki yıllarda da üç kere bu kongrenin yapıldığı anlaşılmaktadır. 
Bu kongreye, evrim teorisine bir din gibi inanan bazı çevreler ciddi tepkiler verdiler. Kongrede “Kur’an-ı Kerim’e Göre Yeni Embriyoloji Tarihi”, “Hadid Suresi, 25. Ayetin Biyokimyasal Tefsiri”, “Said Nursi’nin Evrim Düşüncesine Karşı Yazılmış İlk Görüşleri” ve “Risale-İ Nur’da İnsanın Hayvaniyeti Meselesi” vb. başlıklarla Bildirilerin sunulması, evrimci pozitivist seküler kesimlerin çok yoğun eleştirilerine konu oldu.
Bu kesimde yer alan Özdemir İnce, kongrede sunulan tebliğlerde ifade edilen bazı açıklamalara, ilmi değerlendirmelerden ziyade, kendi pozitivist seküler laikçi bakış açısıyla yüzeysel ve alaycı ifadelerle temas ederken, bir de şahıs merkezli eleştiriler getirmiştir. İnce, belli bir cemaatin üstadı ile alakalı verdiği her kelimesi yanlış bilgileri de tepkisine esas yaparak yaratılış kongresini itibarsızlaştırılmaya çalışmıştır.
Hiçbir kimse, bir dini grubu tasvip etmek, ona mensup olmak, muhabbet beslemek zorunda değildir. Dini gruplar, ifade, din ve vicdan hürriyeti kapsamında değişen ölçülerde eleştirilebilir. Hatta, haklı, makul, kabul edilebilir gerekçelerle, DEAŞ vb. dini yaftalı terör örgütlerinin, gerek insanlık açısından, gerekse Türkiye açısından kanser gibi ne derece zararlı yapılar oldukları söylenebilir. Ama, baştan sona yalan yanlış iftiralara istinad ederek bir dini grubu kansere benzetmek, fikrî yoksunluğun en bariz göstergesidir. Bunun da ötesinde, bu yalan yanlış isnatlar sebebiyle, bu dini gruba yönelik olumsuz kanaatlerden hareketle, ilmi bir kongreyi, itibarsızlaştırmak ve aşağılamak ayrı bir seviyesizliği teşkil etmektedir. 
Burada bu kongrenin yapılmasının evrimci çevrelerde ciddi rahatsızlıklara sebep olduğu görülmektedir. Bu rahatsızlığın sebebi acaba neyle izah edilebilir? sorusu burada akıllara takılmaktadır. Bu sorunun cevabı, küresel ölçekli olarak çok derin ve kapsamlıdır. 
Evrim Teorisi 
Bilimin ve dinlerin kâinata (evren) ilişkin farklı bakış açıları noktasından en tartışmalı konuların başında, evrim teorisi ve yaratılış düşüncesi gelmektedir. 
Evrim teorisi, Charles Darwin tarafından 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya konmuştur. Her ne kadar Darwin’den önce bazı düşünürlerce canlıların evrim geçirdiğine dair fikir ve iddialar ortaya konmuş ve Darwin’den sonraki dönemde de genetikteki ilerlemeler çerçevesinde Darwin’in evrim teorisine ilişkin görüşlerinde bazı düzeltmeler yapılmışsa da, birçok kişinin zihninde Evrim Teorisinin Darwin ile özdeşleştiği görülmektedir.
Evrim teorisi, ortaya konulduğu yıllardan itibaren sürekli yoğun ve sert tartışmaların odağında yer almıştır. 
Burada tartışmanın temelini, tabiatın (doğa) ve canlıların, kusursuz bir şekilde belli bir amaçla kasti ve iradi olarak bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah tarafından mı yaratıldığı, yoksa tabiattaki mekanik süreçlerin bir sonucu olarak mı ortaya çıktığı hususundaki meseleler teşkil etmektedir. Son iki yüzyılda din ile bilim arasında yaşanan yoğun ve katı çatışmalar, bilim, felsefe ve teoloji alanlarında çok derin izler bırakmıştır. Bu çatışmalar, esasen en çok Evrim Teorisi üzerine yapılan ilmi, felsefî ve teolojik tartışmalarda gözlemlenmiştir.
Evrim teorisi ile alakalı tek bir düşünce bütünlüğü yoktur. İslam düşünce tarihinde Cabir bin Hayyan, Nazzam, Bîruni gibi bazı düşünürler, bu teoriyi yaratılış düşüncesi ile de çelişmeyecek şekilde izah etmeye çalışırken, bazı düşünürler ise bu teoriyi pozitivist ve Materyalist felsefeyle uyumlu olarak izah etmişlerdir. 
Darwin’e göre, “Tüm organik varlıkların ilerlemesine yol açan tek bir genel kanun var, o da şudur: Çoğal, çeşitlen, güçlü olanın yaşamasına, zayıf olanın da ölmesine izin ver”.
Evrim teorisine göre bütün canlılar, birkaç milyar sene önce meydana gelen tek hücreli ortak atanın günümüze kadar ulaşan soyunun devamıdır. Ortak atadan gelen soylar boyunca ortaya çıkan ve aktarılan çeşitli değişimler, bütün canlı türlerinin açıklaması olarak kabul edilmektedir. Genlerindeki mutasyonlarla dünyadaki ortama uyum sağlayan canlıların hayatta kalmaları, diğer canlıların da elenerek yok olmaları, doğal seleksiyonla açıklanmaktadır. 
Modern evrim teorisiyle dile getirilen iddialarla, dünyadaki canlıların hayatının nasıl ortaya çıktığı ve ilerleyen süreçte devasa bir çeşitliliğe nasıl ulaştığı, yaratıcı bir güç ve irade sahibi olan Allah’ın kasti yaratma fiillerinin varlığı reddedilerek, tesadüfün de etkili olduğu, tabiî (doğal) seçilim ve mutasyon gibi bir takım mekanik süreçlerle açıklanmaktadır.
Canlılardaki morfolojik benzerlikleri, canlıların ortak atadan türemiş olmalarının delili sayan Evrim Teorisinde, maymunlar ve insanlar, ortak bir atadan türeyen yakın akrabalardır. Darwin’e göre, insan, maymunumsu atadan evrimleşmiştir. Bu yaklaşıma göre, insanla maymun arasındaki fark, mahiyet farkı değil, sadece derece farkıdır.
Her ne kadar bazıları Darwin’in evrim teorisiyle salt bir ateizmi hedeflemediğini belirtseler de, bazı bilim adamları ve felsefeciler, ateizm ile evrim teorisi arasında güçlü bağların mevcut olduğuna inanmaktadırlar. 
Bazı düşünürler, evrim teorisinin, 19. yüzyılda ortaya çıkarak gelişen pozitivizme zemin hazırladığını söylemektedirler. Bunlara göre, “şayet Darwin olmasaydı bile, ilahi yaratılışı mutlak olarak reddeden pozitivistlerin mutlaka onu icat etmeleri gerekirdi”. 
Evrim teorisi, birbirine taban tabana zıt olarak bilinen sosyalizm ve kapitalizm gibi ideolojilerin kendileri için kullandıkları bir argümana dönüşmüştür. “Sosyal Darwinizm”in mimarı olarak bilinen Herbert Spencer, evrim teorisinden ilham alarak, tabiatın çok çetin bir rekabet âleminden ibaret olduğunu ve toplumların da bu âlemin haricinde kalamayacağını söylemiştir. Benjamin Kidd (1858-1916) de, tabii (doğal) seçilim kavramının, esasen kapitalizmin “bırakınız yapsınlar” mantığının bir yansıması olduğunu belirtmiştir. 
Günümüzde yaygın olarak kabul edilen ve Batılı ülkelerde yaratılış düşüncesine karşı hassasiyetle savunulan ve korunmaya çalışılan modern evrim teorisi, insanın mahiyetine, canlıların ortaya çıkışına ve çeşitli türlere ayrılışına dair hususları, İlahî iradeyi tamamen dışlayarak izah eden seküler, pozitivist bir teoridir. Bu izahatla, belli bir dini inancın telifinin uyumlulaştırılması mümkün değildir. Dinlerle uyumlulaştırma çabaları, modern evrim teorisinin sınırları haricine çıkılarak yapılacak bir çabadır. Bu vesileyle, evrimci düşünce, İlahi irade ve kudret temelli yaratılış düşüncesinin mutlak karşıtı bir teoridir. 
Yaratılış Düşüncesi
Yaratılış düşüncesi, gerek evrim teorisinin üzerinde yoğunlaştığı canlıların köküne ve çeşitli türlere ayrılmasına ve bu bağlamda özellikle insanın atasının ne olduğuna dair bilinmezlerin belirlenmesi, gerekse bütün kainatın, ortaya çıkışından, varlığını sürdürmesine kadar bütün hadiselerin, İlahi irade ve yaratma fiili çerçevesinde değerlendirilmesi, atomdan galaksilere, en küçük canlıdan bütün canlı türlerine kadar kainatta her şeyi, Allah’ın kasdî iradesinin bir neticesi olarak kudretiyle yaratması düşüncesidir. Batıdaki Hristiyanlık-evrimci düşünce çatışmasında, Papalık adına yapılan açıklamada, her ne kadar evrimle yaratılış düşüncesinin yakınlaştırılması amaçlamış ise de, bu düşüncede, hem İlahî yaratılış düşüncesini, hem de modern evrim teorisini kısmen anlamsızlaştıran, ikisinden de tavizler veren bir yaklaşım söz konusudur. Belki Batıda amaçlanan da budur. Bu tür bir yakınlaşmadan modern evrimciler rahatsız olmayabilirler. Çünkü modern evrimcilerin amacı, içerikten ziyade, evrimci anlayışın, en azından dinî saldırılara karşı korunmasıdır. Papalığın bu kısmî dönüştürücü düşüncesi, her ne kadar modern evrimcilerle Hristiyanlık arasında sulh gibi görünse de, bütün eğitim kurumlarında okutulan, teorileri geliştirilen düşünce, Papalığın önerdiğinden tamamen farklı, seküler, pozitivist evrimci bir düşüncedir. Her türlü dinlerle uyumlulaştırma çabaları, dinlerden ziyade, seküler evrimci düşünceye hizmet etmektedir.
İslam Dini ile uyumlu yaratılış düşüncesine göre, insanın atası, maymunumsu bir ata değil, Hz Adem’dir. Canlılar arasında, evrimci anlayışın bahsini ettiği şekilde, güçlülerin her durumda varlığını sürdürdüğü, zayıfların yok oldukları şeklinde salt bir mücadele yoktur. Her ne kadar canlılar arasında bir mücadele var ise de, canlılar arasındaki ilişkiler de dâhil olmak üzere, kainatın bütününde, katı ve acımasız mutlak bir rekabet, çatışma, uyumsuzluğun varlığı düşüncesi yerine, bir insanın organları arasındaki ilişkilere benzer şekilde yardımlaşma, dayanışma, uyumluluk, birbirini ihtiyacına cevap verme vb. şekillerde tezahür eden külli bir nizam vardır ve bu nizamın sürdürülmesi de Allah’ın rububiyet ve tasarrufuna aittir.
Her bir atomdan kâinatın bütününe kadar birbirinden bağımsız olmayan, girift, iç içe, birbirini tamamlayan sayısını bilemediğimiz kadar nizam ve tabiat kanunları çerçevesinde işleyen sistemler mevcuttur. Tabiat vardır, tabiatta kanunlar da vardır ve bu kanunları koyan ve uygulayan, bütün varlıkları bu kanunlara göre yaratan ve varlığını sürdüren Allah’ın kudretidir. Nasıl bir devlette, hukuk düzeninin kurulabilmesi, insanlar arasındaki ilişkilerin bir takım kurallara bağlanabilmesi için, kanunların konulmasına ve uygulanmasına, bütün bunlar için de cebir tekeline sahip bir Devlet iktidarının varlığına ihtiyaç varsa, bütün kainatı ihata eden geniş alemlerden atom zerrelerine kadar bütün varlıkların her birinin var olmasında, varlığını sürdürmesinde ve bütün bu varlıklar arasındaki ilişkilerde geçerli olan tabiat kanunlarına ihtiyaç vardır ve bu kanunları koyan ve uygulayan da Allah’tır. Allah’ın kudreti ve tasarrufu haricinde hiçbir mahluk yoktur. Bir misal vermek gerekirse, suyun oluşumu için lüzumlu olan iki hidrojen ve bir oksijenin bir araya gelmesini sağlayan tabiat kanunu, ilahi iradeyi inkâr eden pozitivist, evrimci anlayışın sözünü ettiği şekilde tabiatta tesadüfi olarak kendiliğinden işleyen mekanik süreçlerin bir sonucu olarak değil, tamamen Allah’ın bilinçli takdir ve tasarrufu ile oluyor. Nasıl eczanelerdeki bir kimyevî ilacın yapılabilmesi, kimyacının bilinçli bir şekilde çeşitli kimyevî maddeleri bir araya getirmesi ile oluyorsa, kainattaki çeşitli maddelerin bir araya gelmeleri ile ortaya çıkan bütün varlıkların oluşmaları, varlıklarını sürekli yenilenerek sürdürmeleri de bir İlahî iradenin bilinci tasarrufları ile olmaktadır.
Evrim Teorisini, Mutlak Bilimsel Hakikat Gibi Koruma Çabaları
Batıda bilim çevrelerinde, evrim teorisi, teori olmanın ötesinde bilimsel gerçeklik (hakikat) muamelesi görmektedir. Oysa, evrime ilişkin görüşler, bir teoriden ibarettir. 
Bilimsel teoriler, kâinatın bütününü veya kâinattaki bazı olgular grubunu izah etmek üzere, insan zihni tarafından kurgulanan görüşlerdir; yeterince doğrulanmış olmamakla birlikte, olgusal ve doğrulanabilir mahiyette hükümlerdir. Bilimsel teoriler, her ne kadar bütün hipotezlerin ve bilimsel kanunların üzerinde, onları da ihtiva ve izah eden bir bütün olarak kabul edilseler de, bilimsel teoriler evrensel doğrular ve hükümler değildir. Bilimsel teoriler, kişilerin deneme yapma yeteneğine ya da denemelerin neticelerinin gözlemlenebilmesine göre değişiklik gösterebilirler, zaman içerisinde iyileştirilebilir, farklı teoriler geliştirilebilir.
Bilimsel teoriler birbirlerine zıt olabilirler. Her bir kişi, bir bilimsel teorinin diğerinden daha iyi olduğunu iddia edebilir. Bu vesileyle, aynı ya da benzer konulara ilişkin daha başka bilimsel teoriler ortaya çıkabilir. Bir teorinin varlığı ve savunulması, aynı konuya ilişkin daha başka teorilerin ortaya çıkmasına ve savunulmasına mâni değildir. 
Bilimsel gerçeklik, esasen teori ve hipotezden daha ileri aşamayı ifade eder. Bilim adamları tarafından yapılan gözlemlerde aynı sonuçlara ulaşılabiliyorsa, bilimsel gerçeklikten söz edilir. Yani yapılan çok sayıdaki gözlemlerde aynı sonuçların elde edildiği ve gerçekliği su götürmez bir şekilde bariz olan bilimsel tezler ya da hipotezlere bilimsel gerçeklik denir. 
Bilimsel gerçeklikler de mutlak hakikatler değildir. Bilimsel gerçeklikler, aksi ispat edilinceye kadar doğruluğu, gerçekliği kabul edilen bilgilerdir. Bu sebepledir ki bilim, aksinin ispat edilebilmesi ilkesi gereğince, bilimsel gerçeklik namıyla ispat edilmiş şeylerin sürekli test edilmesi, karşıt iddiaların geliştirilmesi ve çürütülmeye çalışılması çabalarına dayanır. Yani bir konu bilimsel gerçeklik haline geldi diye her türlü eleştirilerden azade olarak eleştiri ve tartışma haricine çıkarılmaz. Onunla ilgili başka çalışmalar yapılır, karşıt hipotezler ortaya atılır ve çürütülmeye çalışılır. Şayet çürütülemezse ilgili bilimsel gerçeklik daha da geçerlilik kazanacak ve çürütüleceği güne kadar da bilimsel gerçeklik özelliğini muhafaza edecektir. 
Biyokimya alanında uzman olan Prof. Dr. Barbaros Nalbantoğlu’nun verdiği bilgilere göre, 2000 yılında ABD’de Genom Projesi ilan edildi. O dönemde ABD’de Bill Clinton Başkan, İngiltere’de de Tony Blair Başbakandır. Her ikisi Genom Projesinde çalışan bilim adamlarını arkalarına alarak şu açıklamayı yaptılar: “İnsanın bütün genlerini çözdük ve okuduk. İnsan vücudunda 100.000 farklı gen var”. 6 ay sonra bu projey yürüten bilim adamlarından bazıları açıklama yaptılar: “6 ay önce insandaki gen sayısının 100.000 olduğu söylenmişti, şu an bunun 40.00 olduğu düşünülüyor”. 2013 yılında çıkan bir kitapta bu sayının 29.000, 2017 yılında basılan aynı kitapta bu rakamın 20.000 olduğu belirtiliyor. 
Bu rakamlar, ilk ortaya atıldığında bilimsel gerçeklik olarak söylendi. Bu bilimsel gerçeklik 17 yılda 3 kere yanlışlandı. Bilimsel gerçeklikler bile bu kadar yanlışlanabiliyorsa, bilimsel teorilerin de yanlışlanma ihtimali her zaman için mümkün ve muhtemeldir.
Çoğulcu demokratik bir hukuk devletinde, ne bilimsel teoriler, ne de bilimsel gerçeklikler, mutlak olarak dogmalaştırılamaz. Dogmalaştırma yönündeki her bir çaba, çoğulculuğu, ifade ve ilişkili olduğu ölçüde din ve vicdan hürriyetini ihlal edebilir. 
Dünyada baskın bilimsel çevreler tarafından çoğunlukla kabul gören evrim teorisi, özenle korunmaya, bu yönde psikolojik ve toplumsal baskılar kurulmaya çalışmaktadır. Bu teori, birçok itiraza rağmen; AB tarafından alınan bir kararla bilimsel gerçekliğin ötesinde bir “dogma” olarak dayatılmaktadır. Birçok ülkede bu teori, dokunulmazlık zırhına bürünmüştür. 
Bilim adına yapılan bu katı dogmatik taraflılık ve yasakçı yaklaşım, insanlık tarihi kadar eski olan “yaratılış düşüncesini”, büyük ölçüde yok saymaya yönelmiş görünmektedir. Bu çaba, bir kesimin bilimsel dogmanın arkasına saklanarak, kendi dünya görüşlerini baskın olarak koruma gayretinden başka bir şey değildir.
Batıda iki konu özel olarak güçlü bir şekilde korunmaktadır. 
Birincisi Holokost hadisesinin kesin bir şekilde tartışma ve eleştirilere kapatılması. 
İkincisi evrim teorisinin yaratılış düşüncesi söylemlerine karşı özel olarak korunması. 
Bu yöndeki katı koruma çabalarının iki sebebinden söz edilebilir. 
Birincisi her iki konunun da, hür ve serbest tartışmaya açılması halinde, haklılık temellerini kaybetmelerinden korkuluyor. 
İkincisi hâkim konumda olan bilim dünyası ile yönetimler, sekülerleşme kapsamında evrim teorisinin zayıflamasını kabullenmek istemiyorlar. 
Çoğu ülkelerde evrim teorisinin etkinliği içerisinde yaratılış düşüncesinin okutulması yönündeki çabalar etkisiz kalmıştır. ABD’de Federal Yüksek Mahkeme, evrim teorisinin öğretildiği okullarda, bu teoriyle birlikte yaratılış düşüncesinin de okutulmasını şart koşan Luisiana Kanununu Anayasaya aykırı buldu (Edwards v. Aguilland, 107 S. Ct. 2578, 1987).
Benzer yöndeki algı ve hassasiyetler, Türkiye’deki seküler çevrelerde de var. Bu kesimler, evrimi, teorinin ötesine taşıyarak, bilimsel bir dogmaya dönüştürmekte, bu teori ile çelişen her türlü düşünceleri bilimsel safsata olarak ilan etmektedirler. Bu düşünce yapısına sahip kesimlerin, “IV. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi”nden ciddi manada rahatsız olmalarının temelinde evrim teorisinin dogmalaştırılması anlayışı yatmaktadır.
Birbirinin tamamen zıddı olan seküler evrim teorisi ile Kur’an’ın uyumlulaştırılması yönündeki çabaların İslamiyet aleyhine çok ciddi riskleri bünyesinde taşımakta olduğunu ifade etmek gerekir. Bu sebeple bu yöndeki çabalardan kesinlikle uzak durulması gerekir.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
GÜNCEL SİYASET DÜNYA MEDYA MAGAZİN SPOR YAZARLAR RÖPORTAJLAR PORTRELER ANKARA KULİSİ FOTO GALERİ VİDEO GALERİ KÜLTÜR SAĞLIK EKONOMİ TEKNOLOJİ ANALİZ TEKZİP
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Turktime