Şair Eşref'in
"Kabrimi kimse ziyaret etmesin, gözlerim ebnâ-yi âdemden (adem oğullarından) o kadar yıldı ki, mezar taşımı çalmasınlar yeter!" ricasına rağmen adamın mezar taşını çalmıştı insanoğlu!
Şaka değil.1847- 1912 yıllları arasında yaşayan Manisa Kırkağaç doğumlu usta şairin mezar taşını resmen sırtlayıp götürmüşlerdi!
Doğrusu Eşref, insan evladını iyi tanıyormuş!
Tehlikeli olmaya karar verince, gerçekten çok tehlikelidir insan.
Aslan ormanlar kralı ama
Aslanı kafese koyan kim?
Yırtıcı bir aslan mı daha yırtıcıdır, onu kafese koyan mı?
Nereden, niye geldik Şair Eşref'e diyeceksiniz şimdi.
CHP'nin siyaset yapma pratiğini nasıl anlatsam diye düşünürken aklıma Şair Eşref'in dramı geldi.
İmamoğlu'nun başkanlığında toplanan önemli CHP'li bazı üst düzey yöneticilerin görüntülü görüşmesinin sızması artık CHP'den mezar taşının da sökülmesi anlamına geliyor.
Kılıçdaroğlu'nun kontenjanından vekil olanların, Kılıçdaroğlu'nu devirmek için toplanmaları değil trajik olan. Bu vaziyetler artık hayatın olağan akışına göre gayet olağan.
Trajedi, en önemli mottosu devrim olan bir partinin devrimi sürekli kendi kendisine yapması.
Bir zoom toplantısını dahi yüzüne gözüne bulaştıran CHP'nin rakibi yerine sürekli kendi kendisini
devirmesi. Gerçi burada da devrim var ama 100 yıllık hafızadaki devrimcilerin kemiklerini sızlatan cinsten!
CHP'nin sicil defterine geçen zoom hadisesine gelirsek.
Görüşme elbette buz gibi gizli görüşmeydi. Gizli değil diyenler "Kim ulen sızdıran, bulacağız onu!" diye çırpındıkça, gizli olduğunu daha iyi anlıyoruz! Kim sızdırdı sorusunun cevabı için beraberce iz süreceğiz ama bu görüntülerin yayınlanması sadece CHP, İmamoğlu ve CHP'li yöneticiler için değil, Kılıçdaroğlu için de iyi olmadı! CHP'nin kurumsal kimliğini temsil eden Kılıçdaroğlu'nun bir kaset sonrası genel başkan olma öyküsünü tazeleyen hafızayı da tetikledi aynı zamanda.
Kim bilir belki de sadece bunun için yapılmış olabilir mi sahiden!
Tabi zoom görüntülerine darbe ya da ihanet demek maksadı aşan bir değerlendirme olur ama…
İmamoğlu ve ekibinin genel başkanlarından habersiz böyle bir toplantı yapmalarının etik dışı ve parti disiplini ile uyuşmadığı da açık.
Peki, kim bu kaseti sızdıran?
Aslında parmak izi gibidir zoom toplantıları.
Kim katılıyor, kim çıkıyor bunu öğrenmek dakikalık iş!
Peki, neden herkes o kişiyi arıyor, ya da arıyormuş gibi yapıyor acaba?
Yoksa karanlık siluet sadece bir paravan mı?
Çünkü zoom toplantılarını katılımcılardan her hangi biri rahatlıkla kayıt altına alabilir!
Dikkat dağıtmak isteyen kim(ler) acaba?
İmamoğlu zoom toplantısında kendisinin yanında olup da, kamuoyunun bilmediği birçok kişiyi ifşa ediyor!
Yanına sabitlemek ya da med-cezir yaşamasın diye olabilir mi?
Sızmayacağından emin olduğu için mi, sızacağını bildiği için mi?
Henüz bunları bilmiyoruz ama bilinen bir şey var ki, CHP'nin iç çatışması doğal olarak iktidara yarıyor. Her iktidar, CHP gibi bir muhalefet ister!
İmamoğlu, nasıl kendisini destekleyen Kılıçdaroğlu'nun çağırdığı CHP'li il başkanlarının bir bölümüne "kendinizi belli etmeden dinleyin!" diyorsa...
Aynı taktiği Kılıçdaroğlu da yapıyor!
Amiyane tabiriyle tam bir ajanlar savaşı yaşanıyor CHP'de.
Sözün özü; İmamoğlu, şu anda kendisini 2010 yılında Tunus’taki protestolarla başlayan ve “Arap Baharı”nı yöneten lider gibi görüyor!
Ve zoom kasetini kimin sızdırdığının izini sürerken, büyük bir ip ucu yakaladım.
Zoom toplantısında da bulunan CHP'nin önemli isimlerinden Engin Altay'ın bir arkadaşıma "Zoom kasetini ifşa edeni biliyorum ama söylemem!" dediğini ögrendim.
Altay gibi tecrübeli bir isime, CHP'nin ortasına bomba atanı saklamak yakışmaz.
Bu özel bir sır değil, kamuoyuna mal olmuş bir vukuat.
Şükür ki CHP sır sakla(ya)mıyor!
Pek yakında vizyona girer film!
BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN!
“Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır… Dünyanın her yanında öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve en değerli varlığıdır… Öğretmen bir kandile benzer kendini tüketerek başkalarına ışık verir… Gelecek gençlerin gençler ise öğretmenlerin eseridir. ” diyordu Atatürk.
“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyordu Hz. Ali.
Bu örnekleri sıralamaya kalksak, sayfalar yetmez.
Öyle ya; söze gelince öğretmenlik en kutsal meslek, dolayısıyla öğretmenler de ayrı bir parantezi hak eden insanlar.
Tüm bu “sözde” değer çocuklarımızın zihnine “Öğretmenim, canım benim… seni ben pek çok, pek çok severim. Sen bir ana sen bir baba artık her şey oldun bana” sözleriyle kazınır ve toplamda toplumsal hafızada ortaya bir ortak payda çıkar.
Buraya kadar olanların hepsi teori aslında. İşin pratiğine gelince
aslında tüm bu sözlerin bir karşılığı olmadığını görüyoruz.
Hali hazırda çalışan öğretmenlere verilen değer bambaşka bir konu. Yıllarını eğitimciliğe adamış öğretmenlere “layık görülen” değer, bugün işe başlayan bir bekçiden çok daha aşağıda.
Ama dedik ya; o ayrı bir konu.
Bir de bu “kuş kadar maaşa” rağmen o mesleğe gönlünü vermiş, hayatının dört yılını o mesleği öğrenmek için okuyarak geçirmiş, işini yapmayı bekleyen ama devletten beklenen “teveccühü” göremediği için bir de “bizi de görün” diye çırpınan öğretmen adayları var.
Çok şey istemiyorlar. Sadece işlerini yapmak için devletin kapıları açmasını, devletluların verdikleri sözleri tutmasını, herkese bol keseden dağıtılan devlet imkanlarından kendilerine sadece “hakları” kadar ayrılmasını istiyorlar.
Ama olmuyor işte. Ne söz verenler sözlerini tutmaya niyetli, ne o sözde teveccüh karşılığını bulmaya meyilli.
Bir kaç istisna hariç 2022 ek atama bekleyen öğretmenlere yapılan bu zulüm, bu zulme karşı gazetecilerden siyasetçilere, sözde öğretmen sendikalarına kadar gösterilen duyarsızlık yukarıda birkaçına değindiğimiz ama çok daha fazlası olan onca güzel ve yüceltici sözün bir yalandan ibaret olduğunu yüzümüze çarpıyor.
Vicdanı olan, kahrolur. Utanması olan, başını yukarı kaldıramaz.
Ama bakıyoruz herkes pek bir pür neşe, herkesin başı maşallah göklere değecek kadar yukarılarda. Bir tek atanmayan öğretmenler hariç.
Başın öne eğilmesin!
Gökyüzüne değsin!
Hiç bu kadar haklı olmadın hocam!
TALAT ATİLLA'YI TWITTER'DA TAKİP ET!