Turktime
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
İNSANCIL(!) BATIDA FAŞİST BİRİNE VERİLEN NOBEL ÖDÜLÜ
Adnan Küçük
YAZARLAR
8 Ocak 2020 Çarşamba

İNSANCIL(!) BATIDA FAŞİST BİRİNE VERİLEN NOBEL ÖDÜLÜ

 

 

Türkiye’de çok yaygın bir kanaat mevcuttur. O da şudur: “En ileri uygarlık Batı’da hayat bulmuştur. İnsancıllık Batı’lı değerlerin temelini teşkil etmektedir. Hukuk devleti, demokrasi, insan haysiyeti, Batı’da en üst basamaklardadır. İnsanca hayat sürmek isteyenler, Doğuya değil Batıya gitmelidir. Mesela Paris, Londra, New York varken İstanbul’da, Tokyo’da, hatta Dubai’de yaşanır mı? Bu hâkim kanaate göre el cevap: yaşanmaz”.

Bütün bu değerlerin sahib-i hakikisi olarak görülen Batı’lı bir örgüt olan Nobel ödülü veren kuruluş, her yıl belli alanlarda başarılı olan, insanlık âlemine önemli katkılar sunan kişi ya da kuruluşları ödüllendirmektedir. 1901 yılından 2017 yılına kadar  579 kez ödül verildi. Bu kapsamda 911 kişi ve kuruluş bu ödülle şereflendirildi. Bazıları Nobel ödülünü birden fazla kez aldığı için toplam 881 farklı kişi ve 23 farklı kuruluş bu ödülü almaya hak kazandı.

Bazı ödüller şu kişilere verildi: 1921 yılı: Fizik Dalında Albert Einstein, 1906 yılı: Barış Dalında Theodore Roosevelt, 1919 yılı: Barış Dalında Woodrow Wilson, 1950 yılı: Edebiyat Dalında Bertrand Russell, 1950 yılı: Barış Dalında George Marshall, 1964 yılı: Barış Dalında Martin Luther King, Edebiyat Dalında Jean-Paul Sartre, 1970 yılı: Edebiyat Dalında Aleksandr Solzhenitsin, 1973 yılı: Barış Dalında Henry Kissinger, 1976 Yılı: İktisat Dalında Milton Friedman, 1990 yılı: Barış Dalında Mihail Gorbaçov, 1993 yılı: Barış Dalında Nelson Mandela, 1994 yılı: Barış Dalında Yaser Arafat, 2009 yılı: Barış Dalında Barack Obama. Bunlar bu ödüle layık görülen ve günümüzde de az çok bilinen kişilerdir. 21. Yüzyıl başlarına kadar bu ödül sadece Avrupa ve Amerika kıtasındaki kişi ya da kuruluşlara verilmişti.

Orhan Pamuk 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan ilk Türk vatandaşıdır. Bu ödülün Orhan Pamuk’a verilmesi o dönemde Türkiye’de yoğun tartışmalara konu olmuştu. Özellikle Ermeni soykırımı konusundaki beyanları, tartışmaların odağını oluşturmuştu.

Daha sonra 2015 yılında Nobel ödülünü alan ikinci Türk vatandaşı Prof. Dr. Aziz Sancar’dır. 8 Eylül 1946 yılında Mardin’in Savur İlçesinde doğan Sancar, 1997 yılından bugüne ABD’de North Carolina-Chapel Hill'de North Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü'nde görev yapmaktadır. Türkiye’de çok büyük takdir alan Sancar’a Batı’da en sert tepki, Srebrenitsa soykırımına destek veren Avusturyalı Peter Handke’den gelmiştir.

Şimdiye kadar verilen ödüller, istisnaî olarak bazıları hariç tutulacak olursa, pek eleştiri konusu olmamıştır. Bu ödülü veren kuruluştaki şahsiyetlerin genellikle objektif davrandıkları yönünde yaygın bir kanaat hâkim olmuştur.

2019 yılına gelindiğinde, Nobel Ödülünü veren büyük üstad’lar(!), Sayın Sancar’ın ödülünden dolayı midesine ve kalbine kramplar giren, Srebrenitsa soykırımına destek veren ve Sırp savaş suçlularına methiyeler dizen faşist eğilimli Avusturyalı yazar Peter Handke’yi daha fazla üzmemek için, Nobel Edebiyat ödülüne onu layık görmüştür.

Bu ödüle, Srebrenitsa soykırımının mağduru olan ülkelerle, bazı Batılı ülkelerdeki çeşitli kesimlerden ve bir de bazılarına göre hala Batılı insanî değerlerin oldukça uzağında olduğu(!) düşünülen Türkiye’den gelmiştir.

Türkiye’de AK Parti’den MHP’ye, CHP’den diğerlerine varıncaya kadar yoğun tepkiler ortaya kondu. En üst perdeden tepki Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan gelmiştir. Sayın Erdoğan’ın açıklaması özetle şu şekildedir: “Bunların hakkı, hakikati, adaleti, insani değerleri savunmak gibi bir dertleri asla yoktur. Böyle bir hassasiyetlerinin olmadığını Nobel Edebiyat Ödülü'nü Bosna soykırımını inkâr eden bir faşiste vererek tekrar göstermişlerdir. On binlerce Müslüman'ın kanını döken bir caniyi savunan, destekleyen, hatta öven bir şahsın böyle bir ödüle layık görülmesi utanç vericidir, rezalettir. Bu şahsın, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabul edildiği 10 Aralık İnsan Hakları Günü'nde ödüllendirilmesi ise ayrı bir garabettir. Kirli ve kanlı siciline rağmen bu şahsı ödüllendirenler, 25 yıl önce Bosna'da işlenen soykırıma da ortak olmuşlardır. …Aslında bu çok önemli bir sınavdır. Bu, Nobel'in de ne olduğunu ortaya koydu. Nobel kendini tüketmiştir, Nobel kendini aslında bitirmiştir. Nobel, tamamıyla siyasî, tamamıyla ideolojik davranan bir kuruluş konumdadır. Benim için Nobel'in hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur”.

Bu tepki, aslında önceki yıllarda kutsallaştırılan Batılı kuruluşların hakikat-i halde ne olduklarını açıkça göstermektedir. Ama Türkiye’de, aydın, modern, uygar olarak bilinen hatırı sayılır bir kesim için hala Batılı kurum ve kişiler kutsallıklarını korumakta, Batı toplumları ve kurumları insanlığın Kabesi olmaya devam etmektedir. Bunların hem beyinleri hem de kalpleri mühürlü olduğu için, Batılı uygar, insancıl devletler ve kuruluşlar, bu kesimlere dokunmadıkça, onların nazarında kutsal makamlarında varlıklarını sürdürürler. Bunlar için söylenecek sözüm yoktur. Çünkü mühürlü kalbe ve beyne tesir etmeye çalışmak nafiledir.

Birinci kesimin peşinden sürüklenen bazı vasat toplumsal kesimler ise körü körüne Batı seviciliği yapmakta, hala Türkiye’deki insanları, kurumları, uygulamaları Batı’nın bin sene gerisinde görmeye devam etmektedir. Bazen bir şok kısmen de olsa bunları sarssa da, bir müddet sonra unutarak, Batılı olma hayallerini sürdürmeye devam etmektedirler. Umarım bu kesimler tez elden uyanırlar, Batı’nın temel kimliğini öğrenirler de hidayete ererler.

Türk toplumunun diğer kesimleri ise aslında uygar, insancıl, demokrat bilinen Batı’nın gerçek kimliğini bilen, buna göre tutum alan, tepki verenlerdir.

Ben kendimi bu son grup içinde görüyorum. Kanaatimce, uygar, insancıl, demokrat olarak bilinen Batı’nın iki yüzü mevcuttur. Birincisi, bilimde ileri seviyelere gelen, ileri teknolojiye sahip olan, çok sayıda yenilikler getiren, insanlık için maddî faydalar sağlayan çok sayıda keşifler, icraatlar yapan yüzü. Elbette ki bunların inkâr edilmesi mümkün değildir. Gelişmekte olan her bir ülkenin bunlardan istifade etmesi iktiza eder.

İkinci yüzü ise menfaati için yüz binleri katletmekten kaçınmayan, bu maksatla ülkeleri işgal eden, tabii zenginlikleri elde etmek için önce terör örgütleri kurduran, sonra da onlarla mücadele etmek adına her türlü işgalci uygulamaları mübah gören yüzü. Bu yüzde Batı’nın tek ölçütü vardır o da “menfaati”dir. Bu amaç için feda edemeyeceği hiçbir değer yoktur. Bu amaç için, katilleri destekler, totaliter rejimlerle işbirliği yapar, ülkeleri işgal eder, başka ülkelerdeki tabiî zenginlikleri elde etmek için ilgili ülkelere ordular sevk eder. Sanki yabancı bir ülkede değil de kendi ülkesinde imiş gibi hareket eder. Batılı ülkeler için her bir tabiî zenginlik, hangi ülkede olursa olsun, mutlaka her türlü savaş yolları kullanılarak elde edilmesi gereken değerlerdir. Milletlerarası hukuk bu ülkelerin işine gelirse vardır, ayaklarına bağ oluyorsa milletlerarası hukukun varlığından söz edilemez. Kısaca, Batılı ülkeler için başka ülkelere ait zenginlikleri elde etmek için korsanlık, haydutluk, meşru bir yoldur(!)

Maalesef, birinci yüzü ile ikinci yüzünü karıştıranlar ya da birinci yüzünün perdesi altında ikinci yüzünü örtenler, Batı’lı kurumların Handke gibi Bosna soykırımını inkâr eden bir faşiste Nobel ödülü vermesini hayretle karşılıyorlar.

Oysa ikinci yüzü daha baskın olduğu halde, birinci yüzünü öne çıkaranlar için hayret konusu olan bu ödül verme işlemine ben hiç şaşırmadım. Çünkü Batılı ülke ve kurumların ruhunu ikinci yüzleri teşkil etmektedir. Bu ruha sahip Batılı ülke ve kurumlardan fırsat buldukça bu tür faşist kişilere ödül vermelerini hayretle karşılamak, aç Arslan’dan koyuna merhamet etmesini beklemeye benzer.

Bu vesileyle, 2019 Nobel ödülünün Bosna soykırımını inkâr eden bir faşist yazara verilmesi geçmiş yıllarda başta Einstein olmak üzere bu ödülün hakkıyla hak edenlere verilmesini lekelemiştir. Bu kişiye ödülün verilmesi, Nobel Ödülünün, siyasî, ideolojik ve gayr-ı insanî yüzünü ortaya çıkarmıştır.

Umarım Türkiye’deki bazı safdirik görünümlü Batı seviciler, bu ödül vesilesiyle Batının ruhunu teşkil eden ikinci yüzünü görürler de uyanırlar. Yoksa daha çooook faşistçe ödüllendirmelere ve icraatlara şahit oldukları halde gözlerini kapatmaya, isteyerek ya da istemeyerek bu sapkınlıkları seyretmeye devam ederler.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Misafir
 9 Ocak 2020 Perşembe 06:04
"hilâl" ile "sâlib" karşılaştırmasına indirgenmiş bir "analiz". İbrahim Müteferrika'nın "MİLLETLETİN DÜZENİNDE İLMÎ USULLER" (Usûl-ül Hikem Fî Nizam-ül Ümem) okumak bu konuyu daha anlaşılır ve akılcı yorumlamaya yardım edebilir. Osmanlı'yı uyarmak için yazmıştı İbrahim Müteferrika, muhatapları hâlâ anlamamışa benziyor. Kitap Millî Eğitim Yayınları arasında yayınlanmıştı bir zamanlar.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
GÜNCEL SİYASET DÜNYA MEDYA MAGAZİN SPOR YAZARLAR RÖPORTAJLAR PORTRELER ANKARA KULİSİ FOTO GALERİ VİDEO GALERİ KÜLTÜR SAĞLIK EKONOMİ TEKNOLOJİ ANALİZ TEKZİP
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Turktime