Belki çok iyi kulis bilgileri alıyor, belki kaynakları çok sağlam, gazetecilik refleksleri çok kuvvetli. Bilmiyoruz… Ama kendisini böyle tarif ettiğine göre öyle olmalı. Eyvallah.
Ama Sabah yazarı Sevilay Yükselir tüm bu ‘üstün özelliklerini’ gölgede bırakacak bir kimlikle arzı endam etmişti son dönemde: Fatih Altaylı’nın hık diyicisi.
O kimlik üzerine o kadar yapıştı ki dostlarına vefasızlıktan sabıkalı Altaylı ile ilişkisi kalmasa, o köprünün altından bir sürü su geçse de ne kamuoyu unutabildi o “Yine bir gün siz demiştiniz ki…” ya da “Aaa, evet. Ne kadar doğru dediniz…” repliklerinin gün aşırı tekrarını, ne de kendisi kurtulabildi etkisinden.
Sabah’a geçtikten sonra Yükselir’in neredeyse tüm yazılarında “Ben o onaylayan kadın değilim… Bakın; beni, tanıyorsunuz ya, o tanınma Altaylı’nın himmeti değil. Kendi başıma da ne yaman var olabiliyorum” ispat çabası dimağ yırtıcı bir belirginliğe sahip. Varlıklı babanın gölgesinden sıyrılıp kendini kendisi olarak ifade etmeye çalışan ergen bunalımı sanki.
Normalden daha atak, hep bir sansasyon yaratma çabası, ben ben ben ısrarı, “kabul edin nolurrrr” yalvarması.
Tabii ki bu kadarı yeterli değil kendini o şekilde ifade etmek için. Cesaret de tescillenmeli ama öylesine değil. En satarından... Pazarı en yüksek olanından… O zaman sağlam bir hedef bul, gözlerini kapat ve saldır. İstim arkadan gelir nasıl olsa.
Ve bingo…
Neredeyse her yazısı sitelere haber olan, özel yaşamından yaptığı işlere popülaritesi ve dolayısıyla satarı en yüksek, konumu nedeniyle saldırılara en açık isim Ahmet Hakan ve bitmeyen hikâye, dalağı.
Çizmeye çalıştığımız ruh yapısı içinde kıvranan Sevilay Yükselir için daha iyi bir rüşt ispatı olabilir miydi?
Tabii ki hayır... İstediği kadar yıllar önce bu konu yazılıp çizilmiş olsun, Ahmet hakan’ın dalağının hala satarı vardı işte. Dolayısıyla geriye kalan, ‘büyük gazetecinin’ o muhteşem kaynaklarını harekete geçirip gündem programlaması yapmasıydı. Öyle yaptı.
Ama işte… O rüşt ispatı çabası ve sansasyon yaratma hevesi arasında o kadar kalmıştı ki fikri takip diyerek konuyu sakız gibi uzatıp sıktı, bunalttı, bööö getirdi.
Fikri takibinde şöyle ihtiras açıkları veriyordu mesela: “…Durum o kadar vahim ki Ahmet Hakan açısından. Yazılanlardan dolayı sinirleri bozulmuş, duş alırken kayıp kolunu kırmış. Yakında, "Nereden bela oldu bu kadın" deyip, kafasını kıracak ya neyse...” Ne büyük bir kin!
Yetmiyor, bunalttığı için ilgilenilmez olan Ahmet Hakan serilerinin yaratmasını hayal ettiği etkiyi kendi tasavvurunda uygun yere yerleştiriyordu: “…birileri bıyık altından gülüp, "Buldun belanı işte. Kaçtın kaçtın da ne oldu. Bu hatun kişi seni cümle âleme rezil etti!" deyip, işin tadını mı çıkarıyor?”
Yok Sevilay Hanım. İşin çıkarılacak tadı kalmadı. Kolunun kırılmasına “Eyyyo benim yazılarım nedeniyle sinirleri bozulmuş da o yüzden” diye sevinç çığlıkları atan birisi olarak artık mesela Ahmet Hakan’ın mehdi olduğunu ortaya çıkarsanız yaptığınız gazeteciliğin tadı kaçtı.
Doğru… Birileri bıyık altından gülüyor… Ama bu ‘bela oldu kadın’ gülmesi değil. Sadece yaşı iyice ilerlemiş bir yetişkinin ergenlik çırpınışlarının yarattığı traji komik sahnenin yarattığı etkinin yansıması.
Sizin adınıza üzgünüz ama… Durum budur.
FRDOZCLK 1 Ağustos 2009 Cumartesi 00:05
|
11 Temmuz 2009 Cumartesi 16:51
|