Dünyanın toplumsal psikolojisi, Dostoyevski'den emanet kelimelerle ifade edersem, "ölüler evinden anılar" gibi.
Dağınık...
Sersem...
Mutsuz...
Kötü ve teslimiyetçi...
Sizi 174 yıl öncesi Rusya'sına götürmek istiyorum. Dostoyevski, 1849 yılında devlet aleyhindeki bir komploya karıştığı iddiası ile tutuklanır. Cezasını çekmesi için Sibirya'da bulunan Omsk Cezaevi'ne gönderilir.
Hapishaneden çıkınca yaşadıklarını, ´´Ölüler Evinden Anılar´´ isimli bir kitapta toplar. Kitabında, hapishaneye girmeden önce insanları iyi tanıdığını zannettiğini ama hapishanede gördüklerinden sonra epeyce yanıldığını anlatır. Rus yazar hapishanedeki bir köpek üzerinden, insan ilişkilerini anlamaya çalışır. Hapishanede bulunan mahkûmların, buradaki bir köpeğin yanından geçerken sırasıyla köpeği tekmelediklerini fark eder.
* * *
Gördüklerine şaşırır. Köpek tekmeyi yerken mahkûmlardan kaçmaz, aksine yanına bir mahkûm yaklaştığında otomatik olarak eğilip tekme pozisyonu alır. Dostoyevski bir gün usulca köpeğin yanına yaklaşarak başını okşar. Köpek alışık olmadığı bu davranış karşısında ona bir süre şaşkın şaşkın bakar ve hızla yanından kaçıp acı acı havlamaya başlar. O günden sonra köpek nerede Dostoyevski´yi görse kaçar ve ona bir daha da yaklaşmaz. Dostoyevski ruhu köleleştirilmiş olan bu köpeği 'sevgi açı' olarak tanımlar. Ve bu tanımlamanın insanlar için de geçerli olabileceğini söyler.
* * *
Hayatları boyunca haksızlığa ve kötü davranışlara maruz kalmış insanların, köpek örneğinde olduğu gibi, iyi bir davranış ile karşılaştıklarında nasıl davranacaklarını bilemeyip bocalama içinde olacağını iddia eder.
Dostoyevski hala yanılmıyor!
İnsanlara alışan kuşları arabalar çiğniyor, kedileri- köpekleri kafalarına kürekle vurarak öldüren insana benzeyen canlılar aramızda dolaşıyor.
Yeni doğmuş bebekleri öldüren kravatlı caniler var aramızda.
Toprakları, evi-barkı işgal edilmiş Filistinlileri terörist, masumları öldürenleri alkışlayanlar var aramızda.
Ve hala bize iyi davranan insanlardan ürküyoruz!
ERDOĞAN, KURTULMUŞ'U ARAYINCA!
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş ile başlayan ikinci açılım tartışmalarının akıbeti belirsiz.
Açılımın seyri bağlamında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın danışmanı
İlnur Çevik'in "Önce ABD ile konuşacağız" sözleri iktidarın yol haritasını işaretlemiş gibi algılandı.
Bence İlnur Beyin bu sözleri çok yanlıştı.
Siyaset mekanizması elbette geniş kesimleri ilgilendiren bir problem için gerekirse şeytanla da stratejik olarak gizli görüşmeler yapabilir ama özellikle İsrail katliamlarının sponsoru ve dolayısıyla nefret objesi olmuş bir devleti, Türkiye'nin en kritik sorunlarından birisinin kilit noktası olarak kamuoyuna sunmak, feci bir siyasal hataydı.
* * *
Numan Kurtulmuş, Bahçeli'nin sözleri derken bir açılım rüzgarı esti.
Şu an bu rüzgârın hızı durmuş gibi gözükse de yine alevleneceği anlaşılıyor.
Toplumsal hafıza, bu kompozisyonu açılımın test sürüşü olarak algıladı.
Ana konuya gelirsek...
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un anayasanın değişmez ilk dört maddesiyle ilgili yaptığı konuşma tepki çekmiş, daha sonra Kurtulmuş "konuşmasının algı yönetimi ile başka bir yöne çekildiğini" ifade etmişti.
Aldığım bilgilere göre Kurtulmuş'un bu sözlerinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından arandığı, "bu sözleri kamuoyu yanlış anlayabilir. Düzeltmekte fayda var." şeklinde şerh koyduğunu
öğrendim.
LİDERLERE ÖNERİLER
TAYYİP ERDOĞAN : plansız- programsız sokağa daha çok inmeli. Kabineyi, siyasetçilerden kurmalı. Teşkilatının yüzde 90'nını değiştirmeli. Evinde sık sık gençlere de hitap eden videolar çekip, sosyal medyasında yayınlamalı.
Bakanların tamamının altındaki lüks arabaları satacağını, hepsine passat tarzı bir araba alınacağını söylemeli.
Tasarrufun lideri olduğunu bizzat göstermeli. Partisindeki problem çözümlerini zamana yaymak yerine, kendisine güç- karizma veren "operasyonel" kılıcını yeniden kuşanmalı.
Konvoyundaki araçları azaltmalı ve koruma araçlarının yanar- söner lambalarını kapatmalı.
Her gün değişik illerden bir kaç vatandaşı rast gele aramalı.
DEVLET BAHÇELİ: Özgür Özel'e hitaben "siyaseten konuşuyorum" sözlerini bir canlı yayında iyice izah etmeli. Bu sözlerinin karizmasını zedelemesine müsade etmemeli.
Grup toplantıları dışında da konuşmalı.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında" dediği gibi, iktidarın içine Bakan vermeme prensibini yeniden gözden geçirmeli. Tabanının iktidara fiili olarak girme eğilimini görmeli.
EKREM İMAMOĞLU: hiç bir şeyi kafama takmıyorumla, 'eyvah yandım' arasında gidip- gelen beden dilini olgunlaştırmalı.
İstanbul'un sokaklarında daha çok görünmeli. İl il gezmeli. Zengin- gamsız- dalga geçer gibi algılanan tuhaf gülümsemesini bırakmalı. Gözleriyle değil, dudaklarıyla gülmeyi öğrenmeli. "Cumhurbaşkanı olamazsam yakarım ortalığı" yerine, "Vaktimiz geldiyse oluruz" frekansına geçmeli.
MANSUR YAVAŞ: Anadoluluk tamam. Toplum bunu kabul etti ama Cumhurbaşkanı olmak için 'Şehirli Anadolu' kavramı üzerine de çalışmalı.
Ankara tamam ama İstanbul'da da varım, Diyarbakır'da da varım enerjisini vermeli. Dış politika, yabancı dil, evrensel bakış konusunda da kitleleri ikna etmeli.
KEMAL KILIÇDAROĞLU: Mağduriyetini devam ettirmek için Gandhi imajını da zaman zaman hatırlatmalı. Kendisine bağlı vekillerle sık sık toplantılar yapmalı. Bu toplantıları kamuoyu ile paylaşmalı. Ne istediğini daha açık dille anlatmalı. İma yerine "ben CHP'nin yeniden lideri olmak istiyorum" diyebilmeli. Liderler öyle yaparlar.
ÖZGÜR ÖZEL: iktidar ne diyorsa onu yapıyor imajından sıyrılmak için öncelikle Erdoğan'ın yanında bayram harçlığı bekleyen çocuk beden dilini düzeltmeli. İlla güzel konuşacağım diye, kelimeleri boğmamalı. Gezmelere az gitmeli!
ÇOK DİKKATLİ OLMALIYIZ!
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mealen "İsrail bize saldırabilir" sözlerinin arkasından, Hakan Fidan'ın "3. dünya savaşı olabilir" yaklaşımı kritik.
Kritik çünkü...
Devlet-iktidar perspektifinin bundan sonra izleyeceği ana strateji konusunda bize bazı ipuçları veriyor.
Türkiye'nin bundan sonra izleyeceği güvenlik konsepti politikalarının içeride- dışarıda daha yoğunluklu olacağı anlaşılıyor.
* * *
Muhtemeldir ki, seçim stratejisinin de ana kolonu yine güvenlik olacak.
Tabii güvenlik ağırlıklı politika, stratejik olarak iki ucu keskin bir kılıç gibi.
"Çevremiz kuşatıldı. Türkiye'yi ancak biz koruruz." pratiğinin iktidar açısından pozitif karşılığı olur.
Çünkü...
Hala Türkiye'de irade ve gücü temsil eden aktör Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Sokaktaki insana siyasi düşüncesinden bağımsız "savaş ihtimali ya da durumunda ülkenin başında hangi liderin olmasını istersiniz? " diye sorulsa, Erdoğan fark atarak birinci çıkar.
* * *
Türkiye'nin etrafının kuşatıldığı ve güvenlik problemi olduğu aşikar.
Bu güvenlik probleminin vatandaşta endişe, hatta korku üretme potansiyeli olduğu da ortada.
Sokaktaki vatandaşa "iktidar, korkularımızı mı yönetmek istiyor?" algısı gelirse, iki ucu keskin kılıcın iktidarın kolonunu kesme ihtimali artabilir.
Bu yüzden iktidarın Türkiye'nin artan güvenlik problemini 'az siyaset, çok devlet anlayışı' içinde ortaya koyması kendileri ve devlet açısından daha olumlu olur.
* * *
Türkiye'nin içinde bulunduğu sosyoloji şu anda oldukça karışık.
Bir yandan tarihimizin en başarılı savunma cihazlarını üreten Türkiye.
Diğer yandan hem iktidar, hem de muhalefetten şikâyet eden, her iki cenaha da giderek mesafesini arttıran geniş kitleler var.
Ve tüm bunların üzerine bu kitlenin yüzde 90'ı amansız bireysel ekonomik savaş veriyor.
Türkiye ağır bir göç taarruzu altında.
Bir yandan insani ve tarihsel güdülerimiz, diğer yandan toplumsal
DNA'mızı tehdit edecek kadar yoğun mülteci akınına uğradık.
Ve bu topraklara giren mültecilerin bir bölümünün görevli ajan olduklarını tahmin etmek zor olmasa gerek.
* * *
Kısa süre önce Türkiye'ye karşı kritik eylem hazırlığında olan 6 teröristin bir kısmının son anda etkisiz hale getirildiği, diğer bölümünün de yakalandığı bilgisi var. Ve muhtemeldir ki, yeni denemeler de yapabilirler.
İstihbarat unsurlarımız elbette güçlü ve görevlerini iyi yaptıklarını düşünüyorum ama bu coğrafyada sürekli içeriden dışarıdan Türkiye'ye gaz enjekte eden hasımlarımız, ellerinde çakmakla dolaşan düşmanlarımız var.
Kaos için; Türk bayrağını yakan bir PKK'lı, ya da bir Türk kızına tecavüz ettiği öne sürülen Suriyeli ile provokasyon denemeleri yapılabilir.
Tek bir soru ile geldiğimiz noktayı beraber test edelim;
Gezi olaylarından bu yana toplumsal gaz arttı mı, azaldı mı?
Arttı...
Öyleyse, daha sağduyulu ve dikkatli olmak zorundayız.
Allah korusun; Bizim mülteci olacak yerimiz bile yok!
FİKRİ TAKİP VE KADIN GAZETECİLER
Önceki yazımda bir Ankara Temsilcisi'nin iki kadın gazeteciye tacizinden ve o gazetecilerden birisinin
intihara teşebbüsünden söz etmiş, "o kadın gazeteciler hukuki haklarını arasınlar " önerisinde bulunmuştum.
Anlıyorum ki, ailelerinden çekiniyorlar.
Meslekte kadın gazeteci olmanın ağır zorlukları olduğunu bildiğim için kınayamıyorum ama bu konunun peşini bırakmayacağım.
Kadın gazeteciler sadece erkek meslektaşlarına karşı değil, bazı siyasetçilere karşı da kendilerini korumak zorunda hissettiler.
* * *
Eskiden bir örnek vereyim;
Büyük bir partinin genel başkanının odasına kadın gazeteciler tek başına girmeye çekinirlerdi. Çünkü o genel başkanın el tacizine uğrarlardı.
Bir erkek meslektaşlarını alarak odaya girdiklerinde de, genel başkanın suratı asılırdı!
Bir Bakan, yoğunluğundan dolayı kadın muhabire akşam geç saatlere randevu verdiğinde, özel kalemdeki görevliler de müstehzi bir tebessüm olurdu.
Muhtemelen bu çirkin ön yargı halen devam ediyor.
Kadın gazeteci olmak sadece haber arayışı değil, maalesef her türlü iftiraya karşı da mücadele etmeyi gerektiriyor.
Elbette az da olsa tersi örnekler de var ama sanırım tüm kadınlara hayat iki kere daha zor!
VELHASIL; Bize bir miktar atom bombası lazım. O da hemen lazım... - t.a.
TALAT ATİLLA'YI TWITTER'DA TAKİP ET!