Tek bir levha üzerinde ve düzlemsel alanda belirlenen sığ yargılarla günler geçirirsin..
Şekillenen maddesel boyut ve ‘an’ın rasyonalist yapısı, göğsünü sıkıştırır. Konular, ‘sen’ ve ‘ben’ yapan seçilir. Taraflar belirlidir. Grup etkisi gözetilerek gündemler listelenir. Günü gelince ekrana çıkarılır. Ve insanlar, karşı tarafa kızgınlıkla ayrıştırılır.
Ağaçları şiddetle sallayarak ses getiren bir rüzgar eser..
Kollarını kocaman açarak kendini rüzgara bırakırsın. Seni devirdi devirecek ve hatta alıp götürecek gibi sana çarpar. Gözlerini kapatırsın. Bu üzerinden geçişte, senden kurallarını döker. Doğrularını ve öğrendiklerini silip götürür.
Hala ayaktasındır..
Gözlerini açarsın. Bir sen kalırsın. Öyle yalın, öyle düz, öyle sade ve öylece bir sen kalırsın. Kime ve neye göre tekrar yeni baştan bir seni nasıl yazacağını düşünürsün.
Maddesel ölçümler sıkar..
“Ona göre, bu böyledir” kaplarına artık giremezsin. Kalıplara artık dönemezsin.
Sesleri dinlersin..
Cırcır böcekleri cırıldar, horoz öter, köpekler havlar, kuşlar şakır, rüzgar uğuldar, kediler miyavlar, deniz dalgalanır ve minarelerden ezan okunur. Sessizce, sesleri dinlersin.
Mana âleminin hafifliğindesindir..
Yükler omuzlarından iner. Önünü kapatan engeller, önünden çekilir. Zor yürüten prangalar çıkarılır. Zihnin boşalır. Bedenin, ruhunun hakimiyetiyle ağırlıklarından kurtulur.
İnsanlar yanından gelip geçer..
Onların, senin hakkındaki fikirlerini merak etmezsin. Davranışlarını takip etmezsin. Birilerini konuşmazsın.
İçinde uyanan yüksek merak duygusunun rotası dördüncü boyuttur..
Ruhani âlemin derinlerine inersin. İlham yudum yudum kendisini içirir. O’dan gelenler, senden sunulur. Aynı dinlediğin sesler gibi, yalnızca bir sedasındır. Öylece senden akanlara, araçsındır. Kuşça bir vücut ve kuş sesi nasılsa, insanca bir vücut ve insan sesi sende vuku bulur.
Senden Yâr vardır..
Elinde kılıç değil, kalem vardır.
Çatallı dilin değil, kelamın vardır.
Karşı tarafın değil, yanın vardır.
Arayışın değil, varışın vardır.