Aslında bu kez CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na son günlerin bir numaralı gündem konusu olan futboldaki şike olaylarını sormak için gitmiştim. Röportaj konuğunuz ana muhalefet lideri olunca, üstelik o lider, sıkıntılı sorulara sıkılmadan, içten yanıtlar verince siyasetten konuşmamanız imkansız… Ben de imkansızı zorlamadım, araya siyaset soruları da serpiştirdim. İyi ki öyle olmuş. Kılıçdaroğlu, Fenerbahçelilere, “Takımınız ve Aziz Yıldırım’a sonuna kadar sahip çıkın” derken, diğer taraftan spordan aldığı ilham ve kendi başından geçen olayı örnek vererek, Başbakan Erdoğan’ın,“Siyasi şike ” yaptığını iddia etti.
“Başarısız bir iktidar nasıl oluyor da Türkiye’yi büyümede dünya 1.'si yapabiliyor?” sorusuna verdiği yanıtlar dahil, bu söyleşi ile siyasi ve ekonomik literatürümüze yeni kelimeler kazandırdı.
Sizi daha fazla bekletmeyelim. Röportaja buyurun…
Talat Atilla/Güneş
En son hangi spor etkinliğine gittiniz?
KILIÇDAROĞLU: Ankara’da oynanan Yunanistan-Türkiye basketbol turnuvasına gittim.
Hangi takımı tutuyorsunuz Kemal Bey?
KILIÇDAROĞLU: Fenerbahçeliyim…
O zaman son gelişmelere içiniz yanmıştır.
KILIÇDAROĞLU: Çok üzüldüm tabi.
Vatandaş Kılıçdaroğlu, maçları izlerken, bazı anlarda,”Bu da kaçar mı, sattınız mı yoksa maçı” diye içinden hiç geçirmedi mi?
KILIÇDAROĞLU: Fenerbahçe açısından mı?
Fenerbahçe dahil genel olarak soruyorum.
KILIÇDAROĞLU: Hiç öyle düşünmedim. Spor bir centilmenlik oyunu. Diyelim bir penaltı var ve top dışarı kaçtı. Düşüncenin sonu yok ki. Görüntüye bakarak suçlamak hiç aklıma gelmedi. Kanıtsız suç olmaz. Kişisel kanaatlerimizi somut bir belge gibi algılar, kamuoyuna öyle sunarsak hiçbir konuda gerçeğe ulaşamayız.
Şike iddiaları için ne düşünüyorsunuz? Aziz Yıldırım ve bazı futbol kulüplerinin yöneticileri tutuklanınca ne hissettiniz?
KILIÇDAROĞLU: Aziz Yıldırım için de diğer yöneticiler için de çok üzüldüm. Herkes için geçerli olan masumiyet karinesi Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzon gibi tüm takımlarımız için de geçerli. İddia sahibi iddiasını hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde ispatlamalıdır. Medyanın bir bölümünün, “Bunlar kesin suçludur” tarzındaki yayınlarını da doğru bulmuyorum. Yargının kararını beklemeden infaz etmek etik olmadığı gibi yargısız infaz olur.
Şike iddialarının soruşturulması, Türk sporuna katkı mı verir, yoksa daha fazla çıkmaza mı sokar?
KILIÇDAROĞLU: Her iddia soruşturulmalı. Bunda hiçbir mahsur yok. Her olumsuz iddiaya uğrayan suçlu diye bir mantık doğru olabilir mi? Soruşturma, objektif kriterlere ve zaman geçirmeden yapıldıktan sonra mesele yok. Kimin, hangi kulübün sıkıntısı, yanlışı varsa gereken yapılmalı ama yargısız infaza hangi konuda olursa olsun alkış tutamayız. Bu bizim demokrasi geleneğimize ters.
FENERBAHÇELİLER SONUNA KADAR AZİZ YILDIRIM VE FENERBAHÇE’YE SAHİP ÇIKMALI
Siyasetin 2 numaralı koltuğunda oturan bir lider olarak Fenerbahçelilere bir tavsiyeniz olmalı. Fenerbahçe’nin içinde de doğal olarak sizin seçmenleriniz var.
KILIÇDAROĞLU: Fenerbahçeliler kulüplerine ve başkanları Aziz Yıldırım’a sonuna kadar sahip çıkmalılar. Fenerbahçe bir dünya markasıdır. Her takım gibi, her vatandaşımız gibi masumiyet karinesini onlarda hak ediyorlar. Mahkemenin hüküm vermediği bir olayda kamuoyuna kesin suçlu gibi sunulması etik olmadığı gibi aynı zamanda suçtur. Elbette bu kriterler Beşiktaş, Trabzonspor ve Galatasaray gibi tüm takımlarımız için de geçerli. Bu takımlarımız da bir dünya markasıdır. Mahkemenin hükmünü vermesini beklemeliyiz. Mahkemede elini çabuk tutmalı.
Mahkemeler yıllar geçmesine rağmen hüküm vermiyor ama gazeteler her gün basılmak zorunda. Doğal olarak sıcak haber lazım bize ama…
KILIÇDAROĞLU: Sıcak olsun bir şey demiyorum ama doğru da olsun. Ortada bir hüküm yok ama manşetlere baktığımızda sanki hüküm verilmiş, iş bitmiş gibi. İşte bu yanlış. Üstelik öyle bir yanlış ki, telafisi olmayan sıkıntıları getiriyor. Siz aklansanız bile kamuoyunun aklında yazılan çizilenler kalabiliyor.
Evet, bazen kantarın topuzunu kaçırıyoruz ama biz gazeteciler ifadeleri, fotoğrafları ele geçirince görmezden de gelemiyoruz. Bu, gazetecilik güdümüze ters.
KILIÇDAROĞLU: Bunu anlıyorum ama belgeyi yayınlarken hüküm vermekle, yorumsuz yayınlamak arasındaki fark, bazen bir hayat demektir. Bu durum spor suçlarında da, siyasi suç olarak adlandırılan eylemlerde de böyledir. Hâkimin vermediği bir hükmü biz nasıl verebiliriz? Biz vereceksek, hâkimlere niye ihtiyaç duyulsun?
BAŞBAKAN BİZE “SİYASİ ŞİKE” YAPIYOR!
Sizinle aslında bugün yalnızca spor söyleşisi yapacaktım ama Türkiye’nin ana muhalefet partisi liderine siyaset sormamak sanki ayıp gibi.
KILIÇDAROĞLU: (Gülerek…) Yooo, niye ayıp olsun. Futbol söyleşisi gayet iyiydi.
Şike deyince aklımıza hep futbol geliyor ama siyasette de şike olmuyor mu? Bana göre vatandaşa doğruyu söylemeyen her siyasetçi bir anlamda halkına şike yapıyor demektir.
KILIÇDAROĞLU: Doğru… Olmaz olur mu? Sayın Başbakan hem CHP’ye, hem de bana sürekli şike yapıyor.
Nasıl, ne yapıyor mesela?
KILIÇDAROĞLU: Sayın Başbakan çıkıyor benimle ilgili sözde bir belge açıklıyor. Kamuoyunu açıkça yanıltıyor. Açıkladığı belgeyi resmi olarak soruyorum ama bana cevap verilmiyor. Şimdi başka bir yere müracaat ettim bana yanıt verilmesi için. İşte bu da bir şike değil mi?
Şimdi ben de size bir soru sorayım. Hep siz soracak değilsiniz ya? (Gülüyor…)
Tabi buyurun.
KILIÇDAROĞLU: Şike, bir maçın, bir olgunun sonucunu değiştirmek için karşı tarafla bir menfaat karşılığında anlaşmak, insanları kandırmak anlamına gelir. Öyle değil mi?
Evet, sözlük anlamı bu sanırım.
KILIÇDAROĞLU: Peki, bir Başbakan, doğru olmayan belgeyi doğruymuş gibi kamuoyuna sunar ve bundan haksız sempati ve oy elde ederse bunun adına ne denir?
Ne denir?
KILIÇDAROĞLU: Size soruyorum, cevap da bekliyorum. Ne denir? (Hafif bir tebessümle…)
Madem sohbetimiz spor üzerine. Ben de futbol jargonuyla yanıt veriyor ve topu taca atıyorum. Sahi ne denir?
KILIÇDAROĞLU: Farkındayım. Farkındayım. Topu dediğiniz gibi taca atıyorsunuz. Sorumun cevabını yine ben vereyim; Sayın Başbakan’ın bu yaptıklarına “Siyasi şike” denir.
Siyasi literatürümüze bir kelime kazandırdınız. “Siyasi şike” kelimesinin patenti şu andan itibaren size ait. Peki, DTK’nın Güneydoğu da özerklik kararına nasıl yaklaşıyorsunuz?
KILIÇDAROĞLU: Özerklik kararı sakıncalı ve yanlıştır. Türkiye’de barış ve kardeşlik içinde beraberce yaşayabiliriz. Özerklik teşebbüsünün barışa katkısı olmaz. Etnik, bölgesel her türlü ayrımcılık üniter yapımıza zarar verir. Üniter yapıyı bozmadan barış içinde yaşayabileceğimiz bir süreci beraberce geliştirmek zorundayız. Türkiye’de var olan tüm etnik unsurlar 1. sınıf vatandaşımızdır.
Hükümetin, “Kriz gelebilir, paranızı harcamayın” sözü de oldukça ilginç değil mi?
KILIÇDAROĞLU: AKP’nin bir yetkilisi, “Aman kriz geliyor” derken, bir başka yetkilisi, “Rahat olun” diyor, bir diğeri daha başka konuşuyor. Kazara biz böyle bir şey söylesek yeri göğü yıkarak bizi, felaket tellalı ilan ederler. Bu da bir şike, bu da bir yanıltma. Kriz olursa, “Biz demiştik” diyecekler, olmazsa, “Parti yetkilimiz kendi görüşünü söylemiş” diyecekler. İktidar yalnız bize değil, Türkiye’ye karşı da şike yapıyor.
Başbakan Kıbrıs konusunda sertleşti. Bu tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
KILIÇDAROĞLU: Hayır sertleşmedi. Geçmişte yaptığı hataları kabul etti. Yıllarca bizim söylediğimiz gerçekleri şimdi gördü. Oysa defalarca biz, tüm dünyayı bu konuda uyardık. Sormazlar mı şimdi, madem bizim durduğumuz noktaya gelecektin niye yıllarca Türkiye’ye ve Kıbrıs Türklerine vakit kaybettirdin?
Ana muhalefet liderinin hükümeti eleştirmesi doğal hakkı. Gazetecilerin de kendilerini karşı tarafın yerine koyarak soru sorma hakları var. Tam da bu yüzden kendimi AKP’nin ve AKP’ye oy veren seçmenlerin yerine koyarak sormak istediğim bir soru var.
KILIÇDAROĞLU: Elbette buyurun sorun. AKP’nin sporla ilgili boyutunu mu soracaksınız?
(Kılıçdaroğlu, sorularımın spordan uzaklaştığını ironik bir dille gülümseyerek hissettiriyor…)
Yok, spor değil, siyaset soracağım. İnsicamınızı bozmak istemem ama sohbetimizin doğal akışında bu soru sorulmazsa, röportajın doğal dokusu zedelenecekmiş gibi geldi bana. Zaten benim yerimde siz, sizin yerinizde ben olsaydım, eminim siz de aynı soruyu bana sorardınız.
KILIÇDAROĞLU: (Kahkaha atıyor…) O zaman o soruyu mutlaka sormak gerekiyor. Keşke, medya bana sorduğu soruların yarısını Sayın Başbakan’a da sorabilse?
Evet, oto kontrolümüzü bazen fazla abartıyoruz. Bu yüzden Sayın Başbakan’a tüm merak edilenler sorulamıyor olabilir.
KILIÇDAROĞLU: Yalnız oto kontrol mü?
Tüm iktidarların genlerinde var ama basını kontrol etmek. Cumhuriyet tarihi boyunca oldu. Mevcut iktidar da kapsam dışı değil.
KILIÇDAROĞLU: Oto kontrol dışında daha neler var, neler… Tüm Cumhuriyeti tarihini toplasanız AKP’nin baskısının yarısı etmez. Basına her türlü argümanı kullanarak baskı, yıldırma yok mu? Gazetecilerin işten atılma korkusu yok mu? İktidarı kızdırdığı için işten atılan gazeteciler yok mu? Hapis cezaları yok mu?
Basına yapılan baskılar konusunda ben biraz daha yorum yaparsam, en azından sizin tezinize göre bir daha karşınızda olamayabilirim! Bu yüzden müsaadenizle sorumu sormak isterim.
KILIÇDAROĞLU: (Yine kahkaha atıyor…) Elbette lütfen sorun. Sayın Başbakan’la da röportaj yaptığınızda da her soruyu sorabileceğinize inanıyorum.
Sayın Başbakan’la röportaj şansım olmadı, şayet olursa en az size sorduğum kıvamda Sayın Başbakan Erdoğan’a da soracağımdan emin olun lütfen.
KILIÇDAROĞLU: Buna eminim… Buyurun istediğiniz soruyu sorabilirsiniz.
Teşekkür ederim. Sorum şu; Madem iktidar bu kadar beceriksiz, her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. Nasıl oluyor da, AK PARTİ iktidarında ekonomik büyümede dünya birincisi oluyoruz?
EL PARASIYLA GERDEĞE GİRİYORUZ!
KILIÇDAROĞLU: (Hafiften kaşlarını kaldırarak…) Güzel… Bir kere büyüme sağlıksız ve kırılgan. Büyüme iç tüketime dayalı ve bu model sürekli cari açık üretmeye mahkum. Ekonomide potansiyelin üzerinde büyüme problem yaratır. Yüzde 11’lik bu büyüme iç tüketime ve onu tetikleyen kredilere bağlı. Bu mudur büyüme Talat Bey?
Ekonomiden hiç anlamam. Bakkaldan para üstünü bile zor alırım. Siz, Türkiye’nin en büyük kurumlarını yöneten bir hesap uzmanıydınız. Söyledikleriniz doğrudur ama sokaktaki vatandaş, “AKP beceriksiz haliyle dünya 1.'si oluyor. Bir de becerikli olsa, kim bilir neler yapar?” diye düşünür mü acaba?
KILIÇDAROĞLU: Peki, bu yüzde 11 büyümenin kaynağı ne? Yeni fabrikalar mı kuruldu? Turist sayısı 3’e mi katlandı? Borç, borç, borç… Buna ne denir biliyor musunuz?
Bilmiyorum.
KILIÇDAROĞLU: Elin parasıyla gerdeğe girmek denir buna. Tam da bu anlama gelir.
El parasıyla gerdek. Adı bu. El parasıyla girilen gerdeğin ne zevki, ne de kıymeti olur.
İlginç bir tanımlama. Malum algılar gerçeğin önünde koşar ya… Vatandaş, gerdek/merdek, büyüyoruz işte diye düşünüyor sanki. En azından siyasi sonuçlara bakınca böyle düşünüyor vatandaş sanki.
KILIÇDAROĞLU: Talat Bey bunun adına aslında ödünç büyüme denir. Fatura eninde sonunda halka çıkacak. Bakın bütün tedbirlere rağmen kredi artışı yüzde 36 gerçekleşiyor. Bunun anlamı şu; hane halkı ve firmaların borcu giderek artıyor. Son verilerin iyiye gitmediğini açıklayan bizzat hükümet yetkilileri değil mi?
Kemal Bey bu röportajda; “Siyasi şike”, “El parasıyla gerdeğe girmek” ve “Ödünç büyüme” sözleriyle siyasi ve ekonomik literatürümüze 3 kelime kazandırdınız. Sorularıma karşı gösterdiğiniz rahatlık için teşekkür ederim.
KILIÇDAROĞLU: Rica ederim, ben teşekkür ederim…
Haberin Videosu
Misafir 20 Ekim 2011 Perşembe 10:23
|
Misafir 24 Eylül 2011 Cumartesi 11:15
|
Misafir 14 Eylül 2011 Çarşamba 09:31
|
Misafir 14 Eylül 2011 Çarşamba 09:28
|
Misafir 14 Eylül 2011 Çarşamba 09:25
|
Misafir 25 Temmuz 2011 Pazartesi 21:16
|
Misafir 25 Temmuz 2011 Pazartesi 17:09
|
Misafir 25 Temmuz 2011 Pazartesi 16:57
|
Misafir 25 Temmuz 2011 Pazartesi 15:57
|
hulya 25 Temmuz 2011 Pazartesi 14:36
|