YABANCILAŞMA KURAMI
ÖZ GEÇMİŞ : Kuramsal olarak Hegel tarafından layıkıyla irdelenmiş olsa da aslında Marx'ın belki de ilk hakiki felsefi ve sosyolojik düşün alanıdır. Ancak daha eskilere gidildiğinde; insanın medeniyet kurarken başladığı yabancılaşma serüvenine atıf yapan ilk düşünür İbn-i Haldun olmuştur..; Dağ ve köy insanının şehir yaşantısında kendi doğasına nasıl yabancılaştığı, doğada korkusuz ve çekincesiz iken şehir hayatında nasıl uysallaşma adına korkaklık illetine tutulduğundan bahsetmiştir.., Sanayi devrimi dönemlerinin etkisinde seküler düşün dünyası içerisinde Feuerbach ; İnsanın Tanrı kavramını yaratarak kendi özünü nesnelleştirdiğini savunurken ( Ki belki de özünü öznelleştirme çabası demek de makuldur ) bu sayede kendine yabancılaştığını iddia etmiş ve Tanrının kendine yabancılaşmış insan olduğunu ileri sürmüştür.., Marx ise sosyoekonomik temelli yabancılaşma üzerinde durmuş ve işçi sınıfının emeğine yabancılaşması üzerinden kapitalizmi bertaraf etmeye uğraşmıştır.., Aslında; yabancılaşmanın sınıfsal değil dönemsel dinamikleri olduğunu ve de üretim ilişkilerinde emek-ürün çatışmasının yerini artık tüketim ilişkilerinde bedel-haz çatışmasının aldığını söylemek çağ itibariyle tarafımızca mümkündür. Ancak Marx'ın daha o dönemlerde günümüz çağına yönelik en önemli göndermesi makineleşme metaforu olmuştur.., Yabancılaşmanın çağımızdaki en önemli ayağı üzerine üstelik de yaklaşık 170 yıl kadar önce ilham verici bir bakma biçimi sergilemiştir. İşçi sınıfının yerini makineler almadan önce işçinin kendisi zaten yabancılaşma yoluyla makineleşmiş olduğundan, fabrika denilen kurumun aslında işçiden yararlanan bir makine olduğunu belirtmiş ve insanın bu yabancılaşma atmosferinde sadece makinelerin makinelerle kurduğu ilişkide aracı ve tamamlayıcı bir role sahip olduğu, kendini gerçekleştirmek ve öz bilincine vakıf olmaktan uzaklaştığını iddia etmiştir.. ( Charlie Chaplin'in Modern zamanlar filmi, makineleşme metaforu adına betimleyicidir )
ULTRA MODERN ZAMANLAR : Yabancılaşma kuramının seyrinde, özellikle cep telefonu ve kişisel bilgisayarın vazgeçilmez unsur olduğu ve varoluş gıdası adına internetin yoksunluğunun dahi düşünülemediği zamanımızda hakikatli bir irdeleme elzem gözükmektedir..; İnsanlar cep telefonları yoluyla paylaşımlar yaparken aslında sadece iki makinenin irtibatını sağlamak dışında duygu, his ya da ilham anlamında hatırlanabilecek ya da hatırı sayılabilecek hiç bir alışveriş içerisine girmiyor olabilirler mi..? Öz farkındalık adına bedel ödemekten kaçarken sanal karakterlerin bağrında soluklananlar, erteledikleri duygu, dürtü ya da düşüncelerini hangi bağımlılıkta törpülemektedirler..? Sanal adresler, posta kutuları ve karakterler arasında varlık ifade eden zamane insanı için makineleşmenin son noktasında yabancılaşmış insan dersek, barınak görevi gören makinelerin kendini gerçekleştirme adına insanı aracı olarak kullandığını dahi iddia edebilir miyiz..? Makineleşmenin tek gerçek mabedi olan " Devlet " ve yabancılaşmanın tartışmasız en yaygın aracısı olan " Para" birlikteliğini kutsayan kapitalist dünyanın medeniyetleri içinde, kendi insanlığına yabancılaşan kitlelerin dizginlenmesinde kullanılan bu sanal zincirler koparılamayacak kadar kuvvetliler mi..? Tüketim toplumunu kutsayan sistemin devrelerinden biri konumundaki insana kendini tüketirken acı hissetmeyeceği dozda anestezi zerk etmede mahir olan kapitalizm, mutlak zaferi için makineleri insanlaştırmak ve insan ırkını yok ederek kendini de tüketmek sarmalına girmiş olabilir mi..? ( Kanser hücresinin doku ve organları ele geçirme mücadelesine dalmışken, bedeni öldürdüğünde kendini de yok ettiğini bilmiyor olması gibi )